24 Kasım 2024
  • İstanbul4°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara3°C
  • İzmir8°C
  • Berlin3°C

EKSİKLİK

Ahmet Altan-

07 Kasım 2010 Pazar 22:04

İnsanlar en çok neyi arar, en çok neyin peşinde koşar?

Aşkın, mutluluğun, başarının.

Milyarlarca insan ömürleri boyunca, çölde kaybolmuş elmas bir yüzüğü arar gibi hayatı kazarak bu üçünü, en azından bunlardan birini bulmaya çalışır.

Doğa aşkı bulmaya, toplum başarıya erişmeye, varlığımız mutluluğa ulaşmaya zorlar bizi, yaşamak maceramız, aramakla, bulmayı ummakla, bulamadığımıza kederlenmekle geçer.

Ama bu milyarlarca insanın söylediği şarkılara, okudukları edebî eserlere, seyrettikleri filmlere baktığımızda, aşksızlığın, başarısızlığın, mutsuzluğun hikâyelerine rastlarız.

Mutlu bir aşkı anlatan bir şarkıyı pek dinlemezsiniz.

Üstüne hiçbir başarısızlığın gölgesi düşmemiş bir başarının romanını okumazsınız.

Mutlak bir mutlulukla dolu bir filmi seyretmezsiniz.

Aşkı, mutluluğu, başarıyı arar ama aşksızlığın, mutsuzluğun, başarısızlığın hikâyelerine kulak veririz.

Aradığımız şeylerin kendilerinden çok, onların “eksikliklerinin” yarattığı sonuçlarla ilgileniriz.

Başarılı bir insanın macerası, başarı yolunda karşılaşılan başarısızlıkların çokluğu oranında ilgimizi çeker, bir aşk hikâyesi, âşık olanın çektiği acılarla, ayrılıklarla, o aşkın içine sızan ıstırapla görkemli bir cazibeye kavuşur, içinde hiçbir mutsuzluk gölgesi taşımayan bir mutluluktan sadece sıkıcılık yayılır çevresine.

Doğanın, toplumun ve kendi varlığımızın bizi bulmaya zorladıklarının “mutlak” hallerinden hoşlanmayız, onların eksik ve örselenmiş halidir bizi cezbeden.

Peki, nasıl oluyor da bu kadar büyük bir istekle ulaşmaya çabaladığımız şeyler, onların eksik hali kadar cezbedici gelmiyor bize?

Belki, aşkın, mutluluğun ve başarının hiçbir zaman “mutlak” olmamasından...

Belki de, bunların kendisinden çok, onları arama macerasından hoşlanmamızdan.

Belki doğa aşkı bulmamızı değil asıl onu aramamızı istiyor, belki toplum başarıya ulaşmamızdan çok ona ulaşmak için çabalamamızı bekliyor, belki ruhumuz mutluluğa kavuşmayı hayal etmemizi, onun peşinden koşmamızı arzuluyor.

Belki amaç bulmak değil.

Sanırım hayatın o her an kıpırdanıp duran, sürekli değişen, biçimden biçime giren, kendisiyle sık sık çelişen yapısı, “bulduğumuz” anda yaşadığımız o “sona ermişlikle”, bitirmiş olmakla uyuşmuyor.

Biz de hayatla birlikte hareket etmek zorundayız.

Bulunan, sona eren, mutlaklaşan her şey, hayatın zorunlu kıpırdanışlarıyla şekil değiştirip bozulmak zorunda.

Aradığımıza ulaştığımızda, onu kaybetmeye başlayacağımızı da seziyoruz.

Ulaşamamak, erişememek, yakalayamamak, o bir anlamda korkunç olan “eksiklik”, aslında bütün bunlardan daha değerli olan bir şeyi, bunlara ulaşma “umudunu” taşıyor içinde.

Hayatı kımıldatan, onu hepimiz için çekici kılan, onu ölümden daha kuvvetli yapan asıl büyük güç, onun sürekli önümüze çıkardığı eksiklikler ve bizim o eksiklikleri hep aynı duyguyla, umutla doldurmamız.

Biz aşkla, mutlulukla, başarıyla yaşamıyoruz.

Biz, eksikliklerle ve o eksiklikleri dolduran umutla yaşıyoruz.

Onun için zıtlıklarla ve anlaşılmazlıklarla doluyuz.

Arıyoruz ama aradığımız şeyin bulunmasından, arayışın sona ermesinden, içini umutla dolduracağımız bir eksikliğin kalmamasından bunalıyoruz.

İstediğimize ulaştığımızda, zamana “şimdi dur ve kıpırdama” diyeceğimiz anda, zamanın bu emri dinlemeyeceğini, kıpırdayacağını ve bir sonraki ânın, başarıyı, mutluluğu ve aşkı mutlak biçimde hissettiğimiz andan daha solgun ve daha eksik olacağını biliyoruz.

Ve, bu eksiklik, içini umutla doldurmakta çok zorlanacağımız bir eksiklik.

Eksiklik hep olacak hayatta, hayatın hareketini o eksiklikler sağlıyor çünkü ve biz aradığımıza kavuşmadan bir an önceki, içi umutla dolu eksikliği, aradığımızı bulduktan sonraki umutsuz eksiklikten daha çekici buluyoruz.

Aşkı, mutluluğu, başarıyı arayacağız, delice bir arzuyla arayacağız ve hep onları bulmaktan gizli, itiraf edilmemiş bir korku duyacağız.

Başarıyı, aşkı, mutluluğu değil, onları arayan, tökezleyen insanları izlemekten zevk alacağız.

Bu çelişki hiç bitmeyecek.

Ne ararsak arayalım, ne bulursak bulalım, hayatımızı hep eksiklikler belirleyecek ve hayat bulmanın değil aramanın macerası olarak sürüp gidecek.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.