DÜŞÜK YOĞUNLUKLU DEMOKRASİ
Sezin Öney
03 Ekim 2013 Perşembe 05:22
Türkiye, dil hakları alanında, “düşük yoğunluklu savaştan”, “düşük yoğunluklu demokratikleşmeye” gelebildi ancak. Klişe, “eskiden bir Kürtçe kaset bile dinlenemezdi” söylemi, 2002’de de, dil haklarına yönelik ilk düzenlemeler, Avrupa Birliği uyum süreci çerçevesinde yapılırken de hep dillerdeydi.
“Nereden nereye geldik”...
Bu söylem kendi içinde bir gerçekliği ifade etse de, sürekli yinelenmesi, bir süre sonra statükonun teminatı hâline gelmesine neden oluyor. Büyük mesafeler kat edildiği algısı, sahte bir pembelik yaratıyor ve yasamadan yürütmeye ve yargıya, klasik devlet reflekslerini korumanın, ataletin bahanesi oluyor.
Başbakan’ın Demokratikleşme Paketi’ni açıklarken, yasal tadilata tabi tutulacağı sinyalini verdiği 2923 sayılı “Yabancı Dil Eğitimi ve Öğretimi ile Türk Vatandaşlarının Farklı Dil ve Lehçelerinin Öğrenilmesi Hakkında Kanun”, 2002’de adı değiştirilene kadar, “Yabancı Dil Eğitimi ve Öğrenimi Hakkındaki Kanun” idi.
Bir kere, kanunun 11 yaşına giren “yeni” adının “betonluğu” bile çok şey anlatıyor; bozuk Türkçesinin yarattığı gülünç duruma hiç girmeyelim.
Söylemeden geçemeyeceğim, bazen devleti insanlardan korumak için şekilden şekle girerek bu kanunları yazan bürokratik tipolojiyi gözümde canlandırmaya çalışıp çok da eğleniyorum.
2923 sayılı kanun, Lozan’la hakları korunma altına alınan Rum, Yahudi, Ermeni cemaatlerinin okullarını (gene 1920’lerde Bulgaristan’la yapılan bir anlaşma sonucu Bulgar cemaatini de ki fiilen yoklar zaten) ve İngilizce başta olmak üzere “yabancı diller” olarak kabul edilen dillerin öğretimini ilgilendiren bir kanun olarak 1983’te “darbe zihniyetiyle” tasarlanmıştı. Lozan bilindiği gibi, Müslüman olmayan cemaatlere, azınlık statüsü kazandırıyor. Lozan’da hiçbir grup ismen zikredilmiyor ama Cumhuriyet, Osmanlı’nın Millet Sistemi’ni devralarak bu hakları Rum, Ermeni ve Yahudi cemaatleri için uyguluyor. Süryaniler gibi diğer bazı Müslüman olmayan gruplar ise kapsama dışında.
2002’de ve 2003’te bu yasaya atılan çentikler, özel dil kursların açılmasını ve ertesinde bazı üniversitelerdeki bölümlerde bazı derslerin Kürtçe yapılmasını sağladı ama devlet zihniyetini yansıtan kanundaki “yabancı dil” ötelemesi, üzeri “farklı dil ve lehçeler” şeklinde şekerle kaplanmasına rağmen, aynı kaldı.
“Kapı gibi” 1982 Anayasası, 42. maddesi ile anadilde eğitimin kapısını kapatıyor: “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.”
Anayasa değişmedikçe, özel veya devlet okulu, fark etmez, Türkiye’de anadilde eğitim mümkün değil.
Ancak, “anadil eğitimi” veya “anadilde eğitimimsi” olarak nitelenebilecek biçimde, bazı dersler Türkçe dışındaki dillerde yapılabiliyor. İngilizce eğitim yapma iddiasındaki özel kolejlerde bile, birçok ders Türkçe okutulmak zorunda. Tam manasıyla, anadilde eğitim ancak, diplomatik statülü okullarda mümkün.
Türkiye’deki “anadilde eğitimimsiye” en yaklaşabilen örnek, Ermenice öğretimin mevcut olduğu okullar. Özel okul statüsündeki bu kurumların da, devletin hiçbir desteği olmadığı gibi olabilecek her konudaki kösteğinden ötürü zaten çok sorunları var.
Anadilde eğitim talebi olan insanları, belki benimsemeyecekleri bir “azınlık” statüsüne sokmaktan, Türkçe dışındaki anadilleri kendinden saymamaya kadar çok problemli, savsaklamacı bir yaklaşım var ortada.
Büyük ihtimalle, AKP’nin genel ve yerel seçimlerdeki temel söylemlerinden biri, “asıl paket, yeni anayasa” olacak. “Yaptırmadılar ama biz halkla yapacağız” gibi bir yaklaşımla, büyük destek istenecek. Anadilde eğitim de, pazarlık konusu olmaya devam edecek.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.