DÜRÜSTLÜK MÜ, CESARET Mİ
Demiray Oral
03 Eylül 2012 Pazartesi 08:15
Televizyon ekranında işleri gazete yönetmek olan adamlar vardı.
Bir tanesinin sık sık “kusura bakmazsanız bişey sorucaktım ama” demesi durumlarını özetliyordu.
Adamların karşısında Başbakan oturuyordu.
Ben de yazlık çay bahçesi tadında bir mekânda oturuyordum.
Etrafta gürültücü bir sürü velet koşturuyordu ama görebildiğim kadarıyla, adamların kusuruna bakmadı Başbakan.
Çoğu soru işareti yerine tasdikle biten cümleleri cevapladı demeyelim de, devamını getirdi.
Çünkü karşısındakiler genellikle soru sorarmış gibi başlayıp, Başbakan’ın vereceği cevabın girizgâhını yaparak bitiriyorlardı laflarını. O da onların bıraktığı yerden tamamlıyordu.
Hani test soruları vardır, paragrafın bir bölümü verilip ardından “bundan sonra gelmesi gereken cümle hangisidir” denir ya, işte o hesap.
Zor iş vesselam.
Kendisine zinhar soru sorulmasını istemeyen bir başbakan var. Bu isteğini daha geçenlerde, “Dışişleri Bakanı niye Myanmar’a gitti” diye soran gazetecinin patronuna “Yazıklar olsun sana, bu adama niye yazı yazdırıyorsun” diye fırça atarak açıkça göstermiş. Yani kendisine soru sorma “cüreti” gösteren bir yazarı işten attırmak istemiş.
Vaziyet bu minvaldeyken hem “bana kimse soru soramaz” diyen Başbakan’ı canlı yayına çıkarmak, hem durumu kurtarmak için soru sorar gibi yapmak, hem de aslında soru sormamak başka özelliklerin yanı sıra hüner de isteyen bir iş.
Adamı elini kolunu koyacak yer bulamaz hâle getirir, ekranda gördüğümüz üzere.
Biz Başbakanı ve gazetecilerini izlerken, haylaz çocuklardan küçük bir öbek çığlıklar atarak yanıma geldi. Onlarla hiç ilgilenmeyince önce bir tanesi pat diye koluma vurdu. Yine istifimi bozmadım. Bu kez kafamda bir şaplak patladı ve kaybettiğimi anlayarak döndüm.
Soru hep bir ağızdan ve derhal geldi: “Dürüstlük mü, cesaret mi?”
O an artık nasıl boş baktıysam, küçük bir erkek çocuğu izah etme gereği duydu: “Bu bir oyun... Birini seçmen gerekiyor devam edebilmek için...”
Sonra yine hep birlikte bağırdılar: “Dürüstlük mü, cesaret mi?”
O an Başbakan ve gazetecilerinden rol çaldım, bizim masanın ve komşu masaların bakışlar üzerime döndü. Herkes neyi seçeceğimi merakla bekliyordu. Baktım kurtuluş yok, yaratana sığınıp “dürüstlük” dedim.
Bunun üzerine aynı velet hemen atıldı: “Şimdiye kadar kaç kızı öptün... Dürüstlüğü seçtiğin için doğruyu söylemek zorundasın... Ama eşin dışındakileri söyleyeceksin...”
Veletler kikirdemeye başladı...
Bizim masa kikirdedi...
Komşu masalar da öyle...
Bir tek yanımda oturan “eşim” kikirdemiyordu, bir de ben!
“Cesaret”i neden seçmedim diye hayıflanarak duraksadım ve derhal anladım ki sessiz kaldığım her an aleyhime yazıyor, gerilimi yükseltiyordu. Bir soru sorulmuştu ve bir cevap vermem gerekiyordu.
Çay bahçesinde oturduğum sandalyenin üstüne çıkıp, etrafta oturan çocukların ailelerine “yazıklar olsun size, bu çocuklara niye soru sorduruyorsunuz” diyemeyeceğime göre...
Abartmak iyidir diye düşünüp cevabımı verdim: 38.
Çocuklar rakamı duyar duymaz utangaç çığlıklar attı ve koşarak uzaklaştılar, yan tarafımdan ise tahmin edeceğiniz şahsiyet bir dirsek çaktı.
Ortalık sakinleşince masanın büyükleri kafa kafaya verip çözdük, bu oyunda hangi başlığı seçtiysen ona uygun cevap vermek zorundasın. Misal benim gibi “dürüstlük” dediysen, benim gibi yapmayıp gerçekten öptüğün kızların sayısını söylemen lazım.
Oyun muhabbetimiz bitince ekrandaki “oyuna” geri döndük.
O esnada düşündüm de televizyondaki gazeteciler Başbakan’la keşke bu oyunu oynasalardı. Böylece soramadıkları soruları sorabilirlerdi.
Başbakan da oynamayı bir kez kabul edince hem şimdiye kadar cevaplamadığı soruları cevaplar, hem de soru soruyorlar diye gazetecileri işinden kovdurmaya kalkışmazdı.
Düşünsenize Başbakan “dürüstlük” demiş. Ve gerçek sorular geliyor:
“İşkenceci polis şefi hakkında yargı kararı yok dediniz ama yerel mahkemenin kararı var, üstelik Yargıtay cezayı az bulup bunu bile bozmuş. Ama dava zamanaşımına uğramış. Buna rağmen o polis hâlâ terfi ettirdiğiniz görevde kalacak mı?”
“Uludere katliamının sorumluları neden hâlâ tesbit edilemedi?”
“Suriye’de uçağımız nasıl düştü?”
“Bazı gazetecileri PKK’lı diye hedef gösterip itibarsızlaştırma kampanyası yürüten Akit gazetesini başbakanlık uçağında ağırlamaya devam edecek misiniz?”
“Esed’e karşı çıkarken Sudan diktatörüyle anlaşmalar yapmanız ‘mezhepçi’ bir dış politika olarak yorumlanıyor, ne diyorsunuz?”
Ve tabii inadına o soru:
“Dışişleri Bakanı niye Myanmar’a gitti?”
Oyun bu ya... Fırsat çıkmışken sorayım dedim!
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.