22 Kasım 2024
  • İstanbul11°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara14°C
  • İzmir18°C
  • Berlin2°C

DUA “OUT” BEDDUA “İN”

Ruşen Çakır

23 Aralık 2013 Pazartesi 06:48

Ekim ayının sonlarına doğru Fethullah Gülen ani tansiyon yüksekliğinin yol açtığı ritim bozukluğu sebebiyle hastanede 12 saat müşahede altına alındı, daha sonra evinde dinlenmeye çekildi. Kendisini ilk arayanlardan biri de Başbakan Erdoğan’dı. Gülen daha sonra verdiği ilanda “Onca iç ve dış gailenin getirdiği yoğunluk arasında lütfedip bizzat telefon ederek, samimi sesi kalbe sürur veren duasıyla ‘geçmiş olsun’ temennisinde bulunan Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan Beyefendi’ye” teşekkür etti.

Önceki sabah internete bağlananlarsa Gülen’in yolsuzluklar konusundaki bedduasının görsel kaydıyla (http://fgulen.com/tr/turk-basininda-fethullah-gulen/fethullah-gulen-hakkinda-haberler/fethullah-gulen-hakkinda-2013-haberleri/37726-zaman-kim-haksizsa-mutlaka-cezasini-bulacaktir) karşılaştılar. Bu bedduanın (bunun beddua değil de “lanetleşme” anlamına gelen “mübahele” olduğunu söyleyenler var, haklılık payı olmakla birlikte Gülen’in kendi resmi sitesi bile bu kaydı “beddua” olarak takdim ediyor) hükümet-cemaat ilişkilerinde yeni bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum. Çünkü:

1) Gülen’in buradaki muhatabının genel olarak AKP hükümeti, özel olarak da Erdoğan olduğu açıktır.

2) Orta Asya’dakiler başta olmak üzere adları yolsuzlukla anılan bir dizi otoriter rejimle, buralardaki faaliyetlerini korumak için fazlasıyla iyi geçinen bir cemaatin AKP hükümeti ve Erdoğan’a yolsuzluk gerekçesiyle meydan okuduğunu düşünmek inandırıcı değil. Kaldı ki yaklaşık 12 yıllık iktidarı döneminde Gülen hareketi AKP’nin canını yolsuzluk bahsinden hareketle ilk kez, hem de feci bir şekilde acıtıyor.

3) Bu beddua Gülen’in büyük bir özgüvene sahip olduğunu gösteriyor. Bunun ilk nedeni, sanıyorum, 17 Aralık soruşturması dosyasına Başbakan’dan daha fazla hâkim olmasıdır. Ayrıca bundan sonra olabilecekler konusunda da Erdoğan’dan daha fazla bilgi sahibi olduğunu pekâlâ düşünebiliriz.

Hatalar zinciri

Artık, kimin başlattığının, kimin hangi hamleyi hangi hamleye karşı neden yaptığının öneminin çok da fazla kalmadığı şu savaş atmosferinde Gülen ve cemaatinin fazlasıyla kendilerine güvenmelerinin bir başka nedeni, Erdoğan ve AKP’nin alabildiğine özgüvensiz hareket etmeleri olsa gerek. Suçlanan 4 bakan görevlerinde kaldığı, üstelik bunlardan biri, kendisini suçlayanları tasfiye etmeyi sürdürdüğü müddetçe bu özgüveni kazanmaları da mümkün olmayacaktır. Hükümet, daha doğrusu Başbakan, tıpkı kendisini zorlayan daha önceki olaylarda (mesela Gezi direnişi) olduğu gibi, bu sefer de demokrasi, temel hak ve özgürlükler, hukuk devleti gibi kavramlara sahip çıkıp bunları geliştirmek yerine, tam tersi bir yola başvurdu. Görevden almalar, ek savcı atamalar, yönetmelik değişiklikleri, gazetecilerin emniyet binalarına girişlerinin yasaklanması gibi yanlış uygulamaların hiçbir işe yaramayacağını, hatta hükümetin işlerini daha da zorlaştıracağını kısa süre içinde göreceğiz. En önemlisi yolsuzlukları örtmeye çalıştığı algısının yerel seçimde iktidar partisine ağır hasar verdirmesi kuvvetle muhtemel. Bu bağlamda “Sizin hayır dualarınız o bedduaları, saldırıları sandığa gömecektir” çok fazla anlam ifade etmeyebilir.

“İnlerine gireceğiz”

Erdoğan’ın “Devletin kurumları içerisine sızanlar şunu bilsinler ki, inlerine kadar gireceğiz, didik didik edeceğiz ve bu örgütleri teşhir edeceğiz” çıkışının savaşın kaderini belirleyeceğini söylemek mümkün. Ancak ortada bazı sorunlar var:

1) Gülen cemaatinin devlet içindeki kadrolaşması yeni bir olay değil. Büyük ölçüde hükümetin bilgi, rıza, onay ve hatta teşvikiyle yaşandı. Herhangi bir tasfiye girişimi üzerine karşı taraf bunu hükümeti zor duruma düşürecek şekilde hatırlatabilir.

2) Eğer devlet içinde bir devlet yapılanması varsa ki bence var, bunun tarihi de eski. Bu yapının üzerine gidilmesi hâlinde Ergenekon, Balyoz gibi birçok temel davanın yeniden ele alınması muhakkak gerekecektir ki hükümetin bunun yerine bir “genel af”a yönelmesi daha yüksek ihtimal olur.

3) Gülen cemaati kadrolarının devletten tümüyle ayıklanmasının mümkün olduğunu sanmıyorum. Sırf kilit yerlerdeki isimlerin tasfiyesinde bile hükümetin onların yerine uygun isim bulmakta zorlandığını duyuyor, görüyoruz.

Hükümetten yana yayın organları ve yazarların da, yarım yamalak, muhtemelen kendilerinin de inanmadığı komplo teorilerinden ve “Erdoğan’ı yedirmemek lazım”dan öteye gitmeyen bir vizyondan başka bir şey sunmadıkları düşünülürse an itibariyle inisiyatifin cemaatte olduğunu kabul etmek gerekir.

Sanki Gülen yıllar boyunca bu savaşa hazırlanmış ve cemaatini de hazırlamış gibi.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.