24 Kasım 2024
  • İstanbul5°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara3°C
  • İzmir8°C
  • Berlin3°C

DTK BEYANNAMESİ

Mesut Yeğen

31 Aralık 2015 Perşembe 02:03

DTK’nın olağanüstü kongresinde alınan kararlar az biraz, Türkiye siyasetinin başat aktör ve kanaat önderlerinin bu kararlara verdikleri tepkilerse epey şaşırtıcı oldu. DTK kararları az da olsa şaşırtıcı, çünkü aylardır süre giden çatışma siyasetinin ardından Kürd siyasetinin bu şemsiye örgütünün daha ‘tehditkar’, olmadı 2011’dekine benzer bir fiili durum ilan eden bir karar alması daha muhtemel görünüyordu. Bunun yerine Kürd meselesini Türkiye siyasi birliği içerisinde ve yeni anayasa vesilesiyle çözmeyi öneren bir karar çıktı DTK’dan. Kürd meselesinin nasıl çözülebileceğine dair tartışmaya açık olduğunu duyurdukları bir çerçeve metinle birlikte.

DTK kararlarına verilen bir kısım tepki ise daha şaşırtıcı oldu; çünkü söz konusu ‘sert’ tepkileri verenler DTK kararlarında duyurulan talep ve tekliflerle ilk kez karşılaşılıyormuş edasında göründüler. Oysa malum, Kürd hareketi söz konusu talepleri, aşağı yukarı benzer bir çerçeve içerisinde, en azından 2010’dan beri savunuyor. Tepkilerin sertliğinin ardındaki bir sebep DTK’nın 27 Aralık beyannamesinin 2011 Temmuz’undaki özyönetim ilanıyla birlikte düşünülmüş olması gerek, ama toplantının sonuç metninin üstünkörü bir okuması bile bir fiili durum ilanının söz konusu olmadığını gösteriyor.

Sözünü ettiğim tepkilerin pek çoğu belli ki bu türden bir yanlış anlamadan dolayı değil, bizzat taleplerin, teklifin içeriğinden dolayı verilmiş görünüyor. Belli ki, DTK teklifinin esası olan kuvvetli bir yetki devri ya da yetki paylaşımı fikri bu tepkileri verenler tarafından uygun bulunmuyor. Olabilir tabii. Ancak dediğim gibi hem Kürd hareketi uzun zamandır bu türden kuvvetli bir yetki devrini savunuyor, hem de Kürd meselesi benzeri meseleler dünyanın pek çok yerinde bu türden bir yetki devri etrafında düşünülüyor, çözüme kavuşturuluyor. Dolayısıyla, DTK teklifine itiraz edilmesini anlamak mümkün ama teklife canhıraş tepki verilmesini değil. Üstelik de Kürd hareketi teklifini 2010’den beri en açık, en sistematik ve de epey sorumlu bir biçimde ortaya koymuşken.

Öte yandan, sözünü ettiğim tepkilerin DTK teklifiyle ilgili olmayan bir kısmı da var ve bu tepkileri anlaşılmaz bulmak mümkün değil. DTK beyannamesinin Kürdistan’da yürüyen fiili özyönetim pratiği etrafında oluşan direnişi sahiplenmesinin yasal mevzuata uygun hareket etmesi beklenen bir tüzel kişiliğe uygun bulunmamasında anlaşılmaz bir durum yok. Ancak bu eleştiride de son birkaç ayda yaşananları görmezden gelen aşırı bir formalizm olduğunu söylemeden geçmeyeyim.

Keza, HDP’nin Türkiyelileşme işinden uzaklaştığını gösterdiği için DTK beyannamesinin eleştirilmesini da anlamak zor değil. Doğru, DTK beyannamesi Kürd siyasetinin daha fazla Kürd meselesine çekildiğini gösteriyor; ama aynı zamanda yanlış, çünkü beyanname Kürd meselesinin halen yeni anayasa ve Türkiye’nin demokratikleşmesi etrafında ele alındığını gösteriyor. Haddizatında, son birkaç ayda yaşananları, Kürdistan’da yürüyen eziyete Türkiye’nin kalan kısmının gösterdiği tepkisizliği ve 1 Kasım sonuçlarının ardından siyasette kartların yeniden karılmış olmasını hesaba katınca, Kürd hareketinin bu kadar Türkiyeli kalması bile şaşırtıcı bulunabilir. Nitekim, bulanlar da yok değil.

Eleştirileri bir tarafa bırakıp DTK beyannamesinin kendisine gelince... Dediğim gibi, beyanname zannımca Kürd siyasetinin 2010’dan bu yana ürettiği en nitelikli metin. Daha önceki benzer metinlerde görülen türden belirsizlikler önemli bir kısmıyla giderilmiş durumda. Bir kısmıyla BDP’nin “Türkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürd Sorununa Dair Siyasi Tutum Belgesi” başlıklı metniyle benzeşen beyannamenin en belirgin vasfı elbette kuvvetli bir yetki devri ya da paylaşımını öneriyor oluşu. Beyanname, ekonomik, kültürel ve coğrafi mülahazalarla bölgelerin oluşturulmasını ve her bir bölgenin yasama yetkisini haiz parlamentolar ve bu parlamentolardan çıkacak hükümetler tarafından yönetilmesini öngörüyor. Çok net ifade edilmemiş de olsa, bölgesel yönetimlerin eğitim, sağlık, maliye, ulaşım, tarım ve hayvancılık, adliye ve iç güvenlik alanlarında yasama ve yürütme yetkileriyle donanması teklif ediliyor.

Özetle, karşımızda duran bir tür güçlü yetki devri, bir tür federalizm önerisi. Kürd siyaseti hem Kürd meselesinin halli hem de Türkiye demokratikleşmesinin derinleştirilmesi için açık ve net bir biçimde adına demokratik özerklik diyerek karar alma işine yurttaşların doğrudan katılımını esas alan bir tür federalizm önermiş oluyor. Etnik esaslara dayalı olmayan bir federalizm. Devletin resmi dilini tanıyan, hem idarenin etkinleştirilmesini hem de kültürel farklılıkların geleceğe aktarılmasını birlikte gözeten bir federalizm.

Daha detay düzeyde bakıldığında ise öneri bir kısım pozitif ve negatif belirsizlikler arz ediyor. Pozitif belirsizlikler, olması gerektiği üzere, adliye ve iç güvenlik meseleleriyle ilgili. Dış güvenlik ve diploması işlerinin yasamasını ve yürütmesini merkezi idareye bırakan teklif, adliye ve iç güvenlik sahalarında bölgesel idarenin yetkili olmasını ama bu yetkilerini merkezi idareyle uyum içerisinde kullanmasını öngörüyor. Dolayısıyla da, adliye ve iç güvenlik işlevlerini üstlenmiş bir yerel idare önermiş olması hasebiyle ‘radikal’ görünen teklif, merkezi idareyle işbirliği içinde çalışmayı kabul ederek söz konusu radikalizmi törpülemiş oluyor.

İkinci bir pozitif belirsizlik eğitim sahasıyla ilgili. DTK teklifi, belli ki Kürdçe eğitimi, anadilinde eğitim meselesini olmazsa olmaz olarak tayin etmiş durumda. Ancak hem Türkçe’nin resmi dil olarak kabulü, hem de yerel dillerin hepsinin eğitim dili olarak kabul edilmesinin önerilmesi Kürdçe’ye kapanmış bir Kürdlük fikrinden uzak durulmak istendiğini göstermesi itibarıyla pozitif bir belirsizlik ihtiva ediyor.

Bir iki de negatif belirsizlik var DTK metninde. Bu minvaldeki ilk belirsizlik yerel birimin ölçeğiyle ilgili. Yerel birimin bir ilden de birkaç ilden de oluşabileceğinin ima edilmesi işlevle ölçek arasındaki uyumun gözetilip gözetilmediği sorusunu gündeme getiriyor. Yerel idareye yakıştırılan işlevlerin il ölçekli bir idare tarafından yerine getirilmesi biraz güç olduğundan bu konudaki belirsizlik negatif bir belirsizlik olarak kaydedilebilir.

İkinci bir negatif belirsizlik demokratik özerklik teklifinin ilk ortaya atıldığı andan beri var olan bir meseleyle ilgili. Demokratik özerklik fikrinin önemli motiflerinden birisi olarak düşünülen “meclisler yoluyla katılım” bu teklifte de yer bulmuş ve yurttaşların kadın, gençlik, mahalle meclisleri vasıtasıyla karar alma süreçlerine katılımı öngörülmüş. Ancak, bilhassa kadın meclisleri bahsinde ifade edilen, “idarenin aldığı kararların bu meclislerin onayından geçmesi” yolundaki teklif sözü edilen meclislerin statüsü etrafında bir belirsizlik halesi yaratıyor. Söz konusu meclislerin hukuki statüsünün ne olacağı, yurttaşların karar alma süreçlerine katılımını sağlamak üzere mi, yoksa bölgesel meclisin kararlarını veto edecek biçimde mi tasarlandıkları belli değil. İkinci durum söz konusuysa, teklifin demokratik muhtevasını epey zedeleyen bir duruma kapı aralandığını kabul etmek gerekiyor.

Son bir belirsizlik ise daha temel bir meseleyle ilgili ve kanımca bir ifade sorunundan kaynaklanıyor. Sanırım niyet edilmiş olmasına rağmen, bölgesel yönetimlerin yasama yetkisini haiz olacaklarının net bir şekilde ifade edilmemiş olması bu yönetim birimlerinin merkezi parlamentoda yapılmış yasalar uyarınca iş gören yürütme birimleri olarak algılanmasına sebep oluyor.

Velakin, bütün bu belirsizliklerine rağmen, üzerine konuşulabilir, dünyadaki benzer deneyimlerden esinlenmiş, ‘evrensel demokratik normlarla’ uyumlu bir teklifle karşı karşıya olduğumuz açık. İnfiale kapılıp, sert tepkiler vermek yerine, üzerine konuşmak lazım gelen bir teklif bu. (basnews)

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.