DİYARBAKIR’DA ‘BARIŞIN’ ADI
Murat Belge
16 Nisan 2013 Salı 08:34
Diyarbakır’da gittik geldik. Oradaki görüşme temposu çok yoğun olduğu için cumartesi günü yazı da yazamadım. Bunun için bir çare düşünmem gerekiyor, çünkü bundan böyle haftanın yarısını güney-doğu illerinde bu görüşmelerle geçirmem gerekecek hazirana kadar.
Bu ilk gidişin bazı izlenimlerini paylaşayım. Diyarbakır’a gitmeyeli epey olmuş. Son gidişlerimden biri KCK davaları içindi. Mahkeme salonuna izleyici girmesin diye alınmadık polisiye tedbir kalmamıştı; hava son derece gergindi vb. Bunları o zaman da yazmıştım.
Bekleneceği gibi şimdi hava böyle değil. “Barış”ın yalnız sözü bile elle tutulur bir rahatlama getiriyor. Ama, tabii, yalnız “söz” de değil. Epeydir çatışma olmadığı için “ölüm” haberi de alınmadığı söyleniyor. Ama bu, daha çok batı bölgelerinde, barışın iyiliğini “endişeli Türkler”e anlatmak için söylenen bir söz. Kürt halkını rahatsız eden pek çok durum, en başta daha yığınla “KCK tutuklusu” bulunması, bunların başında geliyor.
Bizim grup bölge ziyaretlerini Diyarbakır’dan başlattı. Bunu izleyen haftalarda ikişer ili ziyaret edeceğiz. Bu gidişlerde yerel toplumu temsil eden parti ve STK temsilcileriyle görüşmeye, doğal olarak, öncelik tanıyoruz. Ama partiler sonuç olarak “resmî organlar”, buralarda STK’lar da o yönde evrilmiş. “Örgütsüz” halkla konuşacak fazla fırsatımız olmadı. Son gün, Ulucami çevresinde, sokakta, açık hava kahvesinde bir süre oturup konuştuk. Bence bu konuşmaların havası, öteki toplantılarda olduğundan daha değişikti. Daha yürekten bir sevinçle birlikte gidiş yönüne ilişkin daha iyimser bir beklenti gördüm. Böyle bir farklılaşma olması aslında normal. Bir siyasî parti çatısı, tabelası altında konuşurken, her şeye, bu arada muhtemel olumsuz gelişmelere de hazırlıklı bulunmanız ve buna göre ihtiyatlı bir dille konuşmanız gerekir. “Sokaktaki adam”ınsa böyle şeyler kollamaya ihtiyacı yok.
Ama ben “sokaktaki adam”da da, “ne olursa olsun, barış gelsin” anlamına çekilecek bir tavır görmedim. İnsanlar ne çektiklerini gayet iyi biliyorlar, ama niçin çektiklerini de biliyorlar. Talep edilen hakların uydurma şeyler olmadığının, elde edilmesi gereken ve elde etmek için katlanılanlara değer şeyler olduğunun bilincindeler.
Aynı tutumu STK ya da parti sözcüleriyle görüşürken de hissediyor insan. Konuşanlardan bazıları açıkça “Bunlar bize armağan falan değil” dediler; demeyenler de bunu böyle düşündüklerini belli ettiler. Bu bence doğru bir tavır.
Geldiğimiz, bunca yıl sonra geldiğimiz bu nokta, bunca yıl olanlardan sonra, beklenmedik, alışılmadık bir iklimi başlatıyor. “Yeni” durumlar insanları normal olarak hazırlıksız yakalar. Diyarbakır’da bu gidişimde gözlemlediğim birçok olumlu durumun yanısıra böyle bir “hazırlıksız yakalanma” havası da sezdim. Yıllardır savaş ortamında konuşmayı öğrenmiştik, öyle konuşuyorduk. Ama şimdi barışın dilini konuşmaya başlamamız gerekiyor ve bunun ne olduğunu henüz hiçbirimiz bilmiyoruz.
Siyasette ilerleme, yapılabilecek olanı yapmanın önünü açmak demektir. Neden yapıla-“bilecek”, neden “önünü açmak”? Çünkü siyasette “biz” varız; ama bir de “onlar” var. Her şeyin yapılabilir olması, önünü kapatan bir şeyler olması, “onlar”ın varlığının sonucu. Bu kapatan şeyler aralandıkça, yapılabilecekler de çoğalacaktır. Ama “maksimalizm” yaparsak, yani bugün yapılması mümkün olmayan şeyin yapılması için tutturursak, yapılabilecek ve yapıldıkça yeni yollar açacak şeyler de yapılmadan kalır.
Siyasetin bir bilimi, daha doğrusu bir “sanatı” varsa, bu yapılabileceklerin önceliğini, sonralığını doğru değerlendirmeye dayanıyor.
Burada bütün tarafların deneyim kazanması gerekiyor sanırım.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.