DİYARBAKIR MESAJLARI
Kadri Gürsel
21 Ocak 2013 Pazartesi 07:28
“Mehmet Ali Birand Diyarbakır’a bilet almıştı” dediler. Demek ki hayatta olsaydı Diyarbakır’a gidip, Paris’te öldürülen üç PKK’lı kadının cenaze törenini izleyecek ve olay yerinden canlı yayın yapacaktı. O gün Diyarbakır’a gitmeyi, başka bir nedenle istemiş olamazdı.
Yaşasaydı, yine başkalarının cesaret edemediği bir haberciliği yapacaktı.
Ama sadece iyi gazetecilik, iyi yayıncılık için...
Yaşasaydı, medyayı rehin alan, gazeteciliği her gün biraz daha öldüren, gazeteci ruhunun katili, “oto-sansür” adlı zihin teröristi bir tokat yiyecekti o gün Mehmet Ali Birand’dan.
Ama Birand tam da Diyarbakır’daki o cenaze töreninin yapıldığı gün aramızdan ayrıldı.
Ve oto-sansür terörizmi Türkiye gazeteciliğinden bir parçayı daha koparıp aldı o gün. TV kanalları Diyarbakır’da gün boyu yaşanan, çok önemli veriler ve mesajlarla dolu, Türkiye’nin yakın ve uzak geleceğiyle doğrudan alakalı bir hadiseyi bilerek, isteyerek atladılar.
Bunun adına oto-sansür diyoruz. Kısacası, halkın haber alma hakkının bizzat haberci tarafından ihlal edilmesidir.
Ekranlarda haber karartması uygulandı.
Bu siyasi iktidar oto-sansür felaketinin programcısı ve azmettiricisidir.
İler tutar yanı olmayan “Habur görüntüleri yaşanabilir” uyarılarıyla, beyinlere önceden baskı ve şantaj yoluyla ektikleri oto-sansür çipine “Start” sinyalini gönderdiler.
Kendileri korktular, medyayı korkuttular.
Halbuki mesele Kürt sorununu çözmekse, korkunun ecele faydası yok.
Ayrıca, korktukları başlarına gelmedi.
Mahcup olduklarını sanmıyorum ama rahatlamış olmalılar ki iktidar basınının amiral gemisi ertesi gün, büyük bir tören meydanı fotoğrafı zeminine dev puntolarla atılmış “Hepimiz barışız” manşetiyle çıktı. İkinci teknenin manşeti de “Herkesin gönlü barıştan yana” idi.
Diyarbakır’daki cenaze töreninin olumlu etkisi, medyamızdaki milli felaket boyutuna varmış oto-sansürün faş edilmesiyle sınırlı kalmadı... Barışçı törenin siyasi iktidar ve Kürt hareketi arasında bir nevi “güven artırıcı önlem” işlevi gördüğü de anlaşılıyor.
İktidar sözcüleri ve medyası, tabutların PKK bayraklarına sarılmasını sorun yapmadı.
Umarız arkası gelir ve iktidar da Kürt hareketine yönelik “güven artırıcı” adımlar atar.
Törenden çıkan üçüncü sonuç şu: Görüldü ki Türkiye’nin en politize, en disiplinli ve en olgun siyasi kitle tabanına Kürt hareketi sahiptir. O kitle, liderlerinin kendisinden istediğini yaptı ve üçüncü tarafların “aşırılık” olarak addedeceği bazı davranışlardan uzak durdu.
Herhalde organizatörler törene katılanlardan “Apo” posteri taşımamalarını da istemiş olacak ki Öcalan’sız bir tören yapıldı.
Neden acaba?
Belki cenaze törenini sıradan bir siyasi gösteriye dönüştürmek istemediler...
Belki de Öcalan posteri taşınması suretiyle, kendilerinin de şimdilik mesafeli durdukları sözde “İmralı süreci”ne peşinen destek veriyorlarmış gibi bir izlenimin doğmasını istemediler.
Veya ikisi birden.
Son olarak, Ahmet Türk faktöründen söz etmek gerekiyor.
Ahmet Türk, törenden iki gün önce Paris’teki cinayetler hakkında konuşurken “Bu kez ben devlet olduğunu düşünmüyorum. İran yapmış olabilir” dedi.
Ahmet Türk’ün açıkça İran’ı telaffuz etmesi, tabandaki öfkenin Diyarbakır’daki törende Türkiye Cumhuriyeti hükümetine yönelmesini önleyici bir rol oynamış olabilir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.