DİNDARLAR VE KÜRTLER
Ahmet Altan-
23 Mayıs 2012 Çarşamba 08:20
Bilebildiğim kadarıyla, dindarlar “bu dünyayı” bir “imtihan yeri” olarak görürler.
Sonsuzluğun yaşanacağı “ahiretteki” asıl hayatın nasıl olacağı, bu dünyada verilen “imtihanda” belli olur.
Bu “imtihanın” kuralları belirlenmiş, bir “görünür” olan ve uyulması nispeten daha kolay bulunan “ibadet” var, bir de “görünürlüğü” daha az olan ve uyulması anladığım kadarıyla çok daha zor olan “ahlak, dürüstlük, hakşinaslık, kul hakkı yememe, her yaratılanı yaratandan ötürü kendine bir emanet olarak görme” var.
Camiler dolup taşıyor, Ramazan’da lokantalar kapanıyor, Hac’ca kafilelerle gidiliyor, içki içilmiyor, ibadette dindarlarımızın bir aksaklığı yok.
Peki ya “ahlak, dürüstlük, hakşinaslık, kul hakkı yememe, her yaratılanı yaratandan ötürü kendine bir emanet gibi görme” nasıl gidiyor?
Dindarlar, Allah’ın bütün kullarını “kendilerine bir emanet” gibi görüyor mu, onların haklarını savunuyor mu, haksızlığa karşı baş kaldırıyor mu, Allah’ın bütün kullarını “eşit” yarattığına iman ediyor mu?
Bütün kulların haklarını koruyor mu?
Yoksa “bazı” kulları diğerlerinden ayırıyor mu?
Burada, “dindarların” açık ve kesin bir cevap vermesi gereken temel bir soru duruyor, “milliyetçi” bir insan “dinin” bütün emirlerine, ahlakına, dürüstlüğüne, eşitlik anlayışına uygun davranabilir mi?
Geçenlerde, Altan Tan, Kürt meselesinin çözümünde din âlimlerinden bir “fetva” istiyordu.
Benim cehaletimi bağışlasın dindarlar ama o “fetva” Hazreti Muhammed’in “veda hutbesinde” verilmedi mi?
Peygamber, “kavmiyetçiliğe” karşı çıkmadı mı?
Daha ne fetvası?
O korkunç “Türk-İslam sentezi” kavmiyetçiliği dinin kalbine yerleştirip, İslam’ın eşitlikçiliğini, hakperestliğini, dürüstlüğünü tarumar etti.
“Türk” lafının önde geldiği bir “İslam anlayışı” olabilir mi?
Bu Müslümanların ne kadarı Türk, ne kadarı İslam?
İslami inanç, kendi varlığını “bir kavmin adıyla” birleştirir mi?
“Türk-İslam sentezine” inanmış bir “Türk” Müslüman, kendi kavminden olanları, diğer kavimlerden ayırmaz mı, diğer kavimlerden üstün görmez mi, diğer kavimlerin insanlarına üstten bakmaz mı?
Peki, bu dine uyar mı?
“Türk-İslam sentezine” inanan, bunu dine uygun gören Türk Müslümanlar, “Kürt-İslam sentezini” de kabul ediyor mu?
Türk-İslam sentezini kabul ettiklerine, İslam’a bir kavim adı eklemeyi uygun bulduklarına göre Kürt-İslam sentezine de bir itirazları olamaz.
Aynı Allah’a, aynı kitaba, aynı peygambere inanan insanların, “kavimlerinden” dolayı ayrılması dinen caiz mi peki?
Türk’le Kürt’ün Müslümanlığı nasıl farklılaşıyor?
Ahirette insanlar kavimlerine göre mi ayrılıyorlar?
Kürtler bir yanda Türkler bir yanda mı duracak?
Ahirette böyle bir ayrı gayrı var mı?
“Ahirette öyle ayrı gayrı yoktur, herkes Allah’ı kuludur” diyorsanız, ahiretin kapısı sayılan bu dünyada neden böyle bir ayrılık gayrılık, milliyetçilik var?
Bunun dinen cevabı nedir?
Bakın orada hakları gasp edilen koca bir Kürt halkı var, çok acılardan, işkencelerden geçmişler, bugün çocuklarına kendi anadillerinde eğitim veremiyorlar, yaşadıkları, vatandaşı oldukları ülkenin adı başka bir “kavmin” adını taşıyor, burada her şey Türk, sanki Kürtler burada yoklar.
“Türk-İslam sentezi” bunu doğal kabul ediyor.
“Türk” bunu doğal kabul edebilir.
O sentezin “ikinci” kavramı olan “İslam” da doğal kabul ediyor mu?
İslam, “daha kalabalık olan kavimlerin sahip oldukları haklara, sayıca daha az olan kavimler sahip olamaz” mı diyor?
İslam, böyle bir din mi?
Yoksa İslam “eşitlikten” yana bir din mi?
Eşitlikten yanaysa nasıl “Türk-İslam sentezi” diye bir anlayış olabilir, “eşitlikten” yana değilse bu nasıl din?
“Kulların” eşitliğini reddeden bir din olabilir mi?
Neden Türk Müslümanları Kürt “kardeşlerinin” haklarını savunmuyor, onların eşitliği için mücadele etmiyor, onların uğradığı haksızlıklara karşı çıkmıyor?
Son zamanlarda Uludere katliamını tartışıyoruz ama “Türk” Müslümanlar çok suskun.
Bütün İslam âlemini kapsayan “Müslüman vicdanı” diye ortak bir değer yok mudur, her coğrafi bölgeye göre, her ait olduğun kavme göre bu “vicdan” değişik ses mi verir?
İslam’ın ortak değerleri arasına “vicdan” girmez mi?
Haksız yere öldürülmüş insanların hakkına sahip çıkmak İslam’ın “kuralları” arasında yer almıyor mu?
Bir Müslüman, iktidarda kendi “yakınları” olduğu zaman “haksız” ölümler karşısında sessiz kalmayı dinen daha mı uygun bulur?
Peki, ben bu ülkenin bütün Müslümanlarına sorayım onlar ister cevap versin, ister görmezden gelsin.
Hazreti Muhammed yaşasaydı, Uludere katliamı karşındaki tavrı ne olurdu?
“Hazreti Muhammed susardı” derseniz, ben de bir daha asla din ve dindarlar hakkında tek kelime yazmayacağıma söz verir, sizi rahat bırakırım, peygamberi Uludere katliamı karşısında susacak bir din zaten benim ilgimi çekmez.
Ama “peygamber susmazdı” derseniz, “ey Muhammed’in ümmeti siz niye susuyorsunuz” derim.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.