DİN VE CİNSELLİK
Ahmet Altan-
11 Şubat 2010 Perşembe 14:20
Dindar dostlarım var, onlarla konuşuruz arada bir, dinle ilgili çok şeyler öğrenirim, bu konuları öğrenmeyi de severim.
Geçenlerde, hayatını tıp ve din üzerine düşünmekle geçiren çok başarılı bir doktor dostumun da olduğu bir sohbet sırasında, doktor ortaya bir soru attı.
“Müslümanlıkta mutlak yasak var mıdır?”
Ben bütün cehaletimle hemen cevap verdim.
“Vardır tabii.”
“Mesela?” dedi.
“Zina” dedim.
“Peki” dedi, “ıssız bir adada bir kadınla bir erkek kalsalar ve kurtuluş ihtimalleri de olmasa. Ortada nikâhı kıyacak üçüncü bir kişi olmadığına göre, ne olacak?”
Tek tek bütün “mutlak yasakları” ve onların “yasak olmaktan” çıkabileceği özel durumları gözden geçirirken, akıllı bir hanım araya girdi.
“Hiçbir şartta bozulmayacak mutlak bir yasak vardır” dedi.
“Nedir” dedik.
“Kul hakkıdır” dedi, “kul hakkı yemek her şartta mutlak yasaktır ve bunun istisnası yoktur.”
Herkes, bu görüşe katıldı.
En temel, en değişmez, en sarsılmaz yasağın “kul hakkı yemek” olduğu konusunda bir fikir birliği oluştu.
Elbette böyle bir konuşmada benim dinleyici olmaktan öteye gidebilecek bir bilgim yok, din ya da dindarlık konusunda çok fazla söz söyleme hakkına ve haddine de sahip değilim ama benim için dinin temeli “dürüstlüktür” ve o dürüstlüğün asla vazgeçilemeyen çimentosu da “kul hakkı” yememek ve “hakkından fazlasına” göz dikmemektir.
Biz, yüzde doksan dokuzunun Müslüman olduğu söylenen bir ülkede yaşıyoruz.
Peki, bu ülkede kul hakkı yenmiyor mu?
İşlenen cinayetler, Kürtlere yapılan eziyetler ve haksızlıklar, Alevi inancının ve ibadetinin inkârı, yolsuzluklar, hırsızlıklar, “kul hakkı” yemek değil midir?
Bir kulun diğeriyle aynı haklara sahip bulunmasına karşı çıkmak, “kul hakkı” yemek anlamına gelmez mi?
Bir düşünün şimdi, Müslümanlığın “en temel, en mutlak” yasağı çiğnendiğinde buna kaç Müslüman karşı çıkıyor, tepki gösteriyor, canhıraş bir yayın yapıyor?
Çok fazla değil, değil mi?
Peki, “cinsellikle” ilgili bir konu olduğunda, bir televizyon dizisinde ateşli bir şekilde öpüşüldüğünde, bir tiyatro eserinde aykırı bir konu ele alındığında kaç Müslüman “din ve ahlak” adına ayağa kalkıyor?
Neden “din ve ahlakın” en temel konusu cinsellikmiş gibi sunuluyor?
Kul hakkı yenmesi karşısında sessiz kalanların, konu cinsellik olduğunda din adına kükremesini nasıl açıklayacağız?
Niye dindarların çoğunun aklında, “din, günah ve cinsellik” arasında bu kadar kuvvetli bir bağ var da, “din, günah ve kul hakkı” arasında bu kadar kuvvetli bir bağ yok?
Müslümanlar, “kul hakkını” bu kadar önemseseler, bu ülkede yıllardır bu kadar çok yolsuzluk olur muydu?
“Cinsellik” konusunda böylesine şiddetli tepkiler gösterilirken, kul hakkı konusunda aynı duyarlığa rastlamazsanız, bu tepkilerin “samimiyeti” konusunda bir kuşkuya düşmez misiniz?
O zaman, kendi günahının bedelini ödemeye razı olan, kendi “günah işleme özgürlüğüne” sahip çıkan, kendi hayat tarzını dindarların günahkârca bulduğu bir anlayış üzerine oturtanlar, “bu dindarlar bir gün hepimizin özel hayatına, yaşama biçimine, içkisine, cinselliğine karışmak isteyecek” diye endişelenmez mi?
“Kul hakkı yenmesine” ses çıkartmayanların, din ve ahlak adına sadece cinsellikle uğraşması, bu davranışın arkasında “dinden” başka güdüler olduğunu düşündürmez mi?
Böyle kuşkular belirdiğinde, dindar olmayanlar, dindar olanlara güvenirler mi?
“İnançsızların dürüstlüğü” dindarları her zaman çok şaşırtır, İzzet Begoviç’in bu konuda yazılar yazdığını da biliyorum, bu “inançsız dürüstlerle” “dindarlar” arasında “kul hakkı” üzerinden kurulabilecek köprüler ve ittifaklar bu kuşku yüzünden yıkılmaz mı?
“Laikliği” bir yaşam özgürlüğü olarak gören çok insan dindarlardan uzak durmaz mı?
Halbuki, dindarlar, az inançlılar, dinsizler, “kul hakkını” korumak için biraraya gelebilir, bu ülkenin birçok sorununu çözebilir.
Böyle bir birlikteliğin Türkiye’de çözemeyeceği sorun yok.
Yeter ki ortak ölçü “kul hakkı” olsun.
Herkesin, hepimizin, kendi gerçeğimizle yüzleşmek zorunda kaldığımız bir dönemden geçiyoruz, acaba dindarlar da “önemli günahlar” sıralamasında cinselliği neden kul hakkından öne koyduklarını kendilerine sorsalar, birçok sorunun çözümüne engel olan bir sırrı ortaya çıkartabilirler mi?
Ben dinin ve dindarların önemine inanan bir dinsizim.
Ama bazen, kişisel ve toplumsal takıntıların hayata yansımasında “dinin” bir “kalkan” gibi kullanıldığından, bazı gerçekleri saklamak için mazeret haline getirildiğinden endişe ediyorum.
Benim cehaletimi ve cüretimi bağışlama yüceliğini gösterecek dindarlar, bu konuyu benden çok daha ehil biçimde kurcalasalar, belki de bu toplumun gizli kilitlerinden birini açarız diye ümitleniyorum.
Gerçek dürüstleri biraraya toplayacak “kul hakkından” daha önemli bir ortaklık olamaz diye düşünüyorum çünkü.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.