DEVRİMİN İÇİNDEN
Etyen Mahçupyan
13 Nisan 2014 Pazar 09:08
Cumhuriyet tarihi siyasî açıdan bakıldığında anormalliklerin sanki normalmiş gibi yaşandığı bir dönemi ifade eder.
Demokrasi getirmesi beklenen, üstelik demokrasi getirdiği iddia edilebilen, oysa yoğun bir tahakkümü, hukuksuzluğu ve rant devşirmesi gerçekleştiren bir tek parti yönetimi… Ardından darbelerle ayakta tutulan ve nihayet hukuk yoluyla tescil edilen bir vesayet sistemi… Bütün siyasî partilerin tek bir kalıba döküldüğü, bunun dışına çıkanın kapatıldığı, askerin ise ülkenin bütün temel kararlarını alabildiği bir siyaset alanı… Ve sistemin tanımladığı bu alan içinde ‘sağ/sol' oyunu oynayan, ancak kişiliksizleşerek ayakta durabilen partiler. Bunun bir demokrasi olmadığını görmek için çok bilgili olmak gerekmiyor. Söz konusu yapıya devlet bağımlısı iş dünyasını, eğitim kurumlarını ve medyayı da eklediğimizde, her şeyin bir ‘sahneleme', bir tür aldatmaca olduğu noktasına varıyorsunuz.
Nitekim böylesine oynak bir siyaset ‘piyasasında' ilkelerin, hatta ideolojik yaklaşımların bile büyük bir rol oynamayacağı, kadro oluşturmanın son derece zor ama aynı zamanda anlamsız olacağı tahmin edilebilir. Siyaset birçok kişi için ya girip çıkılacak ve menfaat üretilecek bir alan ya da yamanarak mümkün olduğunca içinde kalınan ve kaşarlanarak profesyonel hale gelinen bir varoluş biçimi oluşturdu. Böylece neredeyse herkesin herkesle yan yana gelebildiği, konjonktürün seyrine göre tutum alınan bu garip faaliyete ‘siyaset' dedik. Toplumsal tercihler ve talepler hiçbir zaman ön planda olmadı. Bunların hepsi oy hesabı ile araçsallaştırıldı. Toplum ise elindeki seçenekler çerçevesinde, altı boş siyasî kavgaların rüzgârına da kapılarak, mevcuttan kendince en zararsızını seçti. Bunu yaparken bir seçimde toplumun teveccühünü toplamış olan bir partinin, sonraki seçimde yerlerde sürünmesi gibi sonuçlar da doğal olarak ortaya çıktı, çünkü gerçekte hiçbir partinin toplum nezdinde kalıcı bir yeri yoktu ve bu türden bir anlam bağı kurulmamıştı. Böylesi durumları yorumlayanlar genellikle halkımızın ne denli basiretli olduğunu anlattılar, ama muhtemelen bir taraftan da kısık sesle aynı halkın ne denli nankör olduğunu dile getirdiler.
Oysa sorun sahip olunan sistemin ve ideolojik yapılanmanın doğal sonucuydu. Devletle mukayese edildiğinde siyasî partiler tümüyle zayıf ve anlamsız unsurlardı. Devleti ise asker temsil ediyordu ve siyasetten bağımsız bir yapı içinde ülkeyi yönetiyordu. Dolayısıyla siyaset okuması yapmak isteyenlerin siyasî partilere değil askere bakması yeterliydi… Partiler ise zaten asker tarafından kısıtlı bir alana sıkıştırılmış oldukları ve hayatta kalmak için askerin onayına muhtaç bulundukları için, topluma değil ‘devlete' bakmaya, ona göre hiza almaya çalışıyorlardı.
Sonuç olarak aslında Osmanlı'nın ideal siyaset dünyası devam etti: Siyaset bir kapalı merkezin içinde yapılırken, siyaset alanının bütün aktörleri o merkezle birebir ilişki kurmak zorunda kaldılar ve bu aktörlerin kendi aralarındaki ilişki anlamsızlaştı. Bu durum öncelikle siyasi partilerin birbirleriyle olan ilişkisini işlevsiz hale getirdi. Kurumlar arasında güven hiçbir zaman kurulmadı. Her biri arkasına devleti almaya çalışarak ayak oyunu stratejisi izledi ve aralarında konuşma, birbirini anlamaya çalışma, birlikte hareket etme ve siyaset oluşturma geleneği oluşmadı. Ancak daha vahimi, siyasî partiler ile toplum arasında bir temsil ilişkisi de kurulmadı. Zaman zaman bazı partilere olan teveccüh, devletten mustarip olanların belirli bir noktada yığılmasını ya da toplumun çeşitli katmanları arasında geleceğe dair bir ortak hayalin arandığını ima etti. Ama toplum hiçbir parti ile o dönemi aşan bir manevî bağ geliştiremedi. Siyasî partiler ile toplumsal kesimlerin her biri bu süre içerisinde kendi değişim maceralarını yaşadılar ve birbirinden kopuk bu özneler seçimden seçime karşılaştılar. Bunun ötesi sadece magazindi ve bilinçli olarak da magazin olsun istendi.
Devletçilikten uzaklaşamayanlar henüz olanı anlamamış olabilir, ama bu durum bugün radikal bir biçimde değişti. Çünkü AKP diye bir parti var ve diğerlerinden farklı olarak hem kendisini devletten uzaklaştırdı hem de toplumla gerçek ve kalıcı bir bağ üzerinde yapılandı. Bu parti kendi sosyal tabanını siyasileştirir, onu kimliksel bir mobilizasyon aracı olarak topluma sunarken, hükümet olmanın verdiği imkânlar sayesinde melezleşmenin zemini olan yeni bir orta sınıfı da teşvik etti. Bu bir devrim… Ve her devrimde olduğu gibi, değişimin meyvesinden yararlanan da devrimin taşıyıcısı. O yüzden seçimleri kazanıyor ve kazanmaya da devam edecek. [email protected]
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.