31 Ocak 2025
  • İstanbul11°C
  • Diyarbakır-2°C
  • Ankara1°C
  • İzmir11°C
  • Berlin5°C

DEVRİM VE ŞARTLARI

Doğu Ergil

23 Mayıs 2013 Perşembe 08:23

Demokrat Parti, diktatörlüklerin felakete sürüklediği insanlığın 2. Dünya Savaşı yıllarında yaşadığı zorlukları ve acıları aşmak istediği bir sırada kuruldu.

Buyrukçu, halkının refahı ve özgürlüğü yerine onu kendi görüş ve çıkarı doğrultusunda yaşamaya zorlayan yönetimlerin yıkılmaya yüz tuttuğu umutlu bir atmosferdi 40'ların ikinci yarısı. Bu havayı yansıtan seçim sloganı çok anlamlıdır DP'nin: "Yeter, söz milletindir." Simgesi avuç içi görünen bir el işaretidir. Sanırım bu kadar kısa ve etkili bir seçim sloganı ve afişi daha geliştirilemedi.


Devletin değil halkın iktidarına duyulan özlem, bireyin gelişmesine ve girişimine olanak sağlayacak bir rejim isteği Türkiye'de hiç gerilemedi. Kimi zaman ekonomik, sosyal ve kültürel gelişme, siyasetin önüne geçti.

Ama iktidarını topluma karşı sorumluluktan değil devlet aygıtını kontrolden alan bürokrasi (asker-sivil) seçilen hükümetleri devletin önünde diz çöktürdü. Bunu yumuşak yöntemlerle yapamadığında silah tehdidiyle yani darbelerle yaptı. Hani mitolojide Procrust(es) yatağı diye bir öykü vardır.


Asıl adı Damastes olan Attikalı bir haydut, eline düşen yolcuları bir gece demir bir yatakta yatmaya zorlarmış. Kısa olanlar "esnetilerek" yatağın boyuna ulaşmaya zorlanırmış.


O nedenle esnetici (Procrustes) adını almış. Uzun olanların da fazla gelen uzuvlarını kesermiş. Her iki halde de kurbanları ölürmüş. Bu kaderden kurtulan olmadığı için Procrustes'in yaşadığı bölge bakımsızlıktan çöle dönmüş.

Toplumun tümü gelişmeli

Bizim de darbeli, muhtıralı, işkenceli ve hapisli siyasal tarihimiz fazlalıkları kesile kesile güdükleştirilen bir ulus yarattı. Ortaya her şeyden korkan, birbirine güvenmeyen, dünyayı emperyalistler ve kurbanları olarak algılayan ve sürekli kaybetme korkusuyla yaşayan, az üreten çok ümit eden bir ulus ve toplumuna karşı örgütlenmiş bir güvenlik devleti çıktı.


Kimliklerini önemseyen ama emeğiyle onlara az değer katan; başarıyı liyakatte değil sadakatte arayan, devletiyle ilişkisini aşk-nefret ilişkisinin ötesine taşımakta zorlanan bir toplum olmaktan gelişmeye, özgürlüklere, yenileşmeye ve uzlaşmaya önem veren bir toplum olmaya evrilmeden bölgesel önder, küresel aktör olmaya soyunduk.


Sanayisi teknoloji, üniversiteleri ilim, siyasi partileri ülkeyi "çağdaş uygarlık düzeyine" taşıyacak düzeyde siyaset üretmeyen bir toplum nasıl küresel aktör olabilir?

Yapısal devrimin başındayız

Bu nedenle, yanlış olarak 'Kürt sorununa' indirgenen "çözüm süreci"ni iyi anlamak gerekir.


Yapılması gereken devlet merkezli siyasal yapıyı çözmek ve toplum merkezli bir yapıyı yerine inşa etmektir. İnsanı merkez alan bir hukuk sistemini benimsemek ve bireyin gelişmesini, özgür düşünmesini sağlayacak bir eğitim sistemini tez elden devreye sokmaktır. Bu koca ülkenin merkezden değil, yerinden ve yurttaşlarca yönetilmesi artık savsaklanmamalıdır. Gecikmenin maliyeti büyük olmuştur.


Artık anlayalım: Büyük bir yapısal devrimin başındayız. Bunu anlamayanlar ülkeyi tarihin bekleme odasında tutmaya çalışmaktadır.

Anlayanların iki sorunu vardır:

1- Ellerindeki kadroların sadakatini öne plana çıkarıp liyakatini ihmal etmek sonuç getirmez.

2- Toplumsal sinerjiyi oluşturacak büyük koalisyonlar kurmak gerekir. Toplum korkmakta ve bölünmüşlüğü içinde ortak amaçlarda buluşmakta zorlanmaktadır. Değişimin çapını ve amacını anlamakta zorlandığı için bunu sadece siyasi iktidarın işine yarayacak bir girişim olarak görmektedir.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.