DEVRİM, DERSİM, NORMALİTE
Halil Berktay
03 Aralık 2011 Cumartesi 10:58
19. yüzyıl İngiltere’sinde parlamentoya iki parti hâkimdi : Muhafazakârlar ve Liberaller. İşçi Partisi henüz yoktu ufukta. Ama giderek kalabalıklaşan bir işçi sınıfı ve büyüyen bir “içtimaî mesele” vardı. Ve ikisi de “burjuva” partileri olmasına karşın, bu iki büyük parti arasındaki rekabet, işçi tabanının (da) oyunu alma mücadelesi, kâh birinin kâh diğerinin verdiği tâvizlerle, emekçilerin yaşama ve çalışma koşullarını adım adım iyileştiren bir dizi reforma yol açtı.
Diyeceksiniz ki : bu da bir aldatmacaydı; bu sayede işçileri ve sendikalarını adım adım iğfal ettiler, devrimden uzaklaştırdılar. –Ama bu nasıl bir devrim teorisi ve idealidir ki, hedef kitlesi proletaryanın mutlak yoksulluk içinde yaşamasına, hiçbir göreli refah ve demokrasi gelişmesinden yararlanmamasına bel bağlar ?
Son haftalarda Türkiye’de AKP ile CHP arasında bir Dersim kavgası cereyan etti. İki büyük parti, diyelim ki birbirinin burnunu sürtmek uğruna, “kim yapmıştı ve kim özür dilemeli” kavgasına girdi. Sonunda, hangi içsel hesapla olursa olsun, Başbakan Erdoğan bir ilk’e imza atıp “devlet adına” özür diledi ve CHP’nin, “jandarma ve tahsildar zulmü”nün Tek Parti’si ile bağlarını koparamayan taşkafa zihniyeti, 1950 seçimlerinde ve sonra da kaç kere olduğu gibi, bir defa daha ayazda kaldı. O yanını geçelim; objektif olgulara bakalım. Halka, demokrasiye, sol diye bir şey varsa sola yararı oldu mu, olmadı mı ?
“Burjuva” demokrasisinin yararı diye bunu kastetmiştim. Hiç olmazsa şu basit gerçeği idrak edelim artık : Her tekel konumuna karşı piyasanın daha iyi olması gibi, bu parlamenter rekabet de çok daha iyidir, halkın karşısında (üstelik de kendine devrimci diyen) yekpare bir tek parti iktidarı olmasındansa.
Fakat şimdi diyeceğim başka bir şey var, gene siyasete bakışla ilgili.
“Sınıf”lar ve “halk”larla; yani öncelikle ve doğrudan doğruya partilerle değil, onların ardına saklandığı varsayılan gizli toplumsal güçlerle ilgilenmenin beraberinde getirdiği bir diğer deformasyon var : bu güçlere izafe edilen ilerici/gerici, devrimci/karşı-devrimci “öz” veya potansiyel, ya da “barut”larının tükenip tükenmediğiyle ilgili, bitmek bilmez tartışmalar.
Siyasî partilere bu şekilde yaklaşmak, bir parti (faraza AKP) her nasılsa bazı “iyi şeyler” yapıyorsa, bunları âdetâ soluk soluğa, acaba nerede tükenecek ve tıkanacaklar diye korku içinde izlemeye yol açıyor.
Bunda, sözümona “devrimci,” aslında sırf palavracı ve lâf ebesi bir “sol”un yarattığı “AKP kuyrukçuluğu” baskısının da payı olabilir. O “sol”un kendisi, zaten “AKP’nin orduya teslim olduğu, birleştiği ve dolayısıyla bittiği”ni ilân etmeye baştan beri teşne. Ertuğrul Kürkçü, bir siyasî deha örneği olarak bunu son üç dört yılda kaç kere keşfetti, bir bakıp araştırın isterseniz. Öte yandan, burası şaka değil, bir şekilde sosyalist soldan ve/ya solun siyasal kültüründen geçmiş, mukayese edilemeyecek derecede daha akıllı, gerçekten en akıllı ve en namuslu insanlar dahi, tabii sevinerek değil üzülerek, nadir de olsa biraz benzer şeyler söyleyebiliyorlar.
Ahmet Altan kadar zeki ve “anti-teorik” bir realist bile yakın zamanda, AKP’nin atılımcı döneminin bittiği, artık bir şey beklememek gerektiği anlamına gelen şeyler yazdı. Murat Belge, “muhafazakâr demokrat” denen AKP’nin buraya kadar biraz “demokrat”lığını gördüysek de bundan böyle “muhafazakâr” yanıyla karşılaşacağımızı öngördü. Ferhat Kentel, AKP “devrimi”nin durgunluk, statüko, kanun ve nizam Thermidor’una girmiş olduğu tezini ortaya attı.
Dersim özürü bunların üstüne geldi ve “acaba öyle mi ?” diye biraz düşünmeyi hak ediyor sanırım.
Şimdi hepsi bana gücenebilir ama, sevgili arkadaşlar, ben kritik bir noktada yanıldığınız kanısındayım.
Hemen belirteyim : bu yanılgı, bizatihî AKP’ye ilişkin teşhislerinizden değil, politikaya bakış tarzınızdan kaynaklanıyor. Başka bir deyişle, sizin “AKP artık kötü” gibi bir şey dediğiniz noktada ben “hayır, AKP hâlâ iyi” diye zıddını söylüyor değilim. Türkiye’de de siyasetin nihayet normalleştiğini ve benim normal siyaset (“burjuva” siyaseti ?!) dediğim koşullarda, siyasî partilerin performansına “bir yere kadar iyi gider, sonra tükenir ve kötüleşir” diye, çizgisel bir şekilde (önce tırmanan ve sonra inişe geçen bir çizgi gibi) bakmanın yanlış olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Bu bakış tarzının, bir, “partilerin ardındaki sosyal güçlerin özsel sınırları”na takılıp kalan bir siyaset anlayışından tam kurtulamadığı kanısındayım.
İki, “devrimci” perspektifin ve dolayısıyla “burjuva” denen devrimlerin nereye kadar gidebileceği, nerede durmasının kaçınılmaz olduğu gibi “teorik” varsayımların kısmî mirasını hâlâ üzerinde taşıdığı kanısındayım.
Normal politika, çok daha kısa salınımlı, kâh (göreli) iyi ile kâh (göreli) kötü arasında çok daha konjonktürel gelgitli bir şey. Politika sahnesindeki rekabet, başlı başına özerk bir kerte ve “artık olmaz” denilen noktada Dersim özürü gibi “sürpriz”leri patlatabiliyor. Bunun Kürt hareketi ve PKK’ya bakışla da ilgisi var (orada, kötülük değil özsel iyilik beklentisinin temelsizliği ve yanlışlanması açısından). Bütün bu noktaları açmaya devam edeceğim.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.