DERİNLİK VURGUNU
Nabi Yağcı
23 Ocak 2012 Pazartesi 01:10
Nuriye Akman’ın 22 ocak tarihli Zaman’da ilginç bir yazısı vardı, insanlık hallerine dair, beyinsel yaşlanmayla nasıl baş edebileceğimizle ilgili. Beyinsel canlılığımızı korumak, beyinsel yaşlanmayı yavaşlatmak için ne yapsak?
“Geç kalmış ya da boşa çabalayan kaptansınızdır. Bıyık altından gülünür, hatta sizi ancak teneşirin paklayacağı bile ima edilir. ‘Öğrenmenin yaşı yoktur’ yargısı ne kadar azametli görünse de ‘bu yaştan sonra’nın yanında solda sıfır kalır. Körlerin arasında bir gözünü kapatman önerilir de iki gözlülerin arasında üçüncü bir göz daha edinmelisin diyen çıkmaz.
Peki, yaş aldıkça beyin hücrelerimizdeki azalmayla nasıl baş edeceğiz? 20 yaşından itibaren her gün 50 bin hücremizi kaybediyoruz. 60 yaşında bu 100 bin hücreyi buluyor. 75’imizde tüm nöronların yüzde 10’u Hakk’ın rahmetine kavuşuyor. Eğer beynimizi yeterince çalıştırmazsak bunamaya başlıyoruz. İyi ama neyi nasıl yaparsak ‘yeterince’ oluyor? İşte bütün mesele bu” demiş sevgili Nuriye Akman.
Konunun uzmanlarının görüşlerine de başvurmuş bu arada. Anlıyoruz ki, bir şeyler yapmak elzem ama mesele öyle göründüğü kadar basit değil. Ama yine de bazı kesinlikler var. “En büyük tehlike: Rutin.” Bu tesbite katılmamak mümkün değil. Bu nedenle haklı olarak Akman “Eski köyünüze yeni âdet getirin” demiş, yazısının başlığı da bu zaten.
“İster yürü, ister bulmaca çöz, ister yeni beceriler ya da arkadaşlar kazan, her halükârda fiziksel, zihinsel ve sosyal aktiviteleri artırmak gerekiyor. ‘Paşa gönlüme hangisi yakınsa onu seçerim’ diyorsanız uzmanlar ‘Bir dakika!’ pankartıyla karşınıza dikiliyor. Diyorlar ki, önce öğrenme biçiminizin tipini bileceksiniz. Yani görsel mi, işitsel mi yoksa dokunsal mısınız? Çoğumuzda bunların her üçü de var ama biri daha baskın. (Bunu belirleyen bazı testler var.) Mesela Türklerde dokunsallık, Amerikalılarda görsellik, Orta ve Kuzey Avrupa ülkelerinde işitsellik daha dominant.
Daha az baskın olan duyuların aktive edilmesi beyin faaliyetlerini arttırıyor. Eğer matematiksel düşünmeye alışmış bir mühendisseniz, beyninizi spor veya resim yaparak koruyabilirsiniz. Alıştığınız alanda çalışmak pek faydalı olmuyor. Daha önce girmediğiniz sularda kulaç atacaksınız. Hiç değilse gündelik rutininizi kıracaksınız. Sağ elinizi kullanıyorsanız, solu da devreye sokacak, mesela saçınızı sol elle tarayacaksınız.”
Bu öneriler başka bir nedenle kendi tecrübelerime ilişkin gayet yerinde görünüyor bana.
Duvarların yıkılması, Sovyet sosyalizminin çökmesinin hemen ardından bu şokun etkisi altında yanlışları arıyordum. Okuyordum, okuyordum, durmaksızın okuyordum, kitapların birini alıp ötekini bırakıyordum. Ama bulduğum her neden, yeni sorular doğuruyor, beni tatmin etmiyor, sorular zinciri uzayıp gidiyordu. Sorusuz yanıtlar çıkıyordu hep karşıma bende ise yanıtsız sorular...
Bir gün öylesine bunalmıştım ki attım bütün o “bildik” kitapları elimden ve çalışma odamın kapısını vurup çıktım. Sokağa atmıştım kendimi. Yanlış anlamayın gezintiye çıkmış değildim, sokağa çıkmıştım ve üç yıl kadar sürdü sokak maceram. Bu dönemim beni en çok heyecanlandıran, kendimi ve somut insanı tanımamı getiren dönemimdir. Bu arada meyhaneci de oldum, bilerek ve isteyerek.
Siyasetle ilgi alanımı en aza indirdiğim, siyasetsiz su içmeye başladığım, insanlarla gündelik sokak diliyle konuştuğum, kimseye “bilinç” vermeye, akıl öğretmeye dünyayı kurtarmaya kalkmadığım, kendim için sokaktan öğrenmeye çalıştığım dönemimdi bu... Harika idi.
Dün farkında olmadığım bütün ilgilerimin canlandığını hissetmeye başlamıştım. Cazla ilgilendim ve caz üzerinden felsefeye döndüm, Spinoza ile dünya evine girdim ve cezaevindeyken tanışıp yarı bıraktığım Anadolu-İslâm felsefesi ve Tasavvuf üzerine büyük bir iştaha ile okumalara giriştim; çok ama çok şey öğrendim oradan, halen de sürüyor...
Özetle bu dönemimde dün benim için “anti” olan, “out” olan (ideolojik nedenlerle) ne varsa hepsini “in” yaptım ve dün inandıklarımın tersini söyleyenleri, eleştirenleri okudum öncelikle.
Sonuçta bütün bunları heybeme doldurup köyüme geri döndüm şimdi. Son on yıldır, eski köyümü snopça küçümsemeden köyüme yeni âdetler getirmenin yollarına kafa yoruyorum. Bu kez de bu yola düşmek bütün ilgilerimi canlandırıyor. Kesinlikle öyle oluyor.
Geriye dönüp baktığım zaman geçmişin yanlışlarını “derinlik vurgunu yemiş olmak” olarak özetliyorum. Bu hastalığın sağaltımı ise yavaş yavaş “sığa” çıkmak, sığlaşmaktır. Halil Berktay, sığ buluyormuş beni, öyle yazmış; Teveccüh buyurmuş henüz oraya varamadım.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.