DEMOKRATLAR VE 'İNSANLIKMETRE'
Leyla İpekçi
23 Eylül 2011 Cuma 09:25
90'lı yılların başından beri Kürt hareketinin desteklediği siyasi partilere birkaç kez oy verdim. Hiçbir zaman devletin operasyonlarıyla 'terörün kökü' denilen şeyin kazınacağına inanmadım. Meclis'te temsil edilmenin önemini savundum. Ne geçmişte ne bugün şu malum klişeyi tekrarlamadım: "Ne derdi varmış Kürtlerin, her hakları var zaten, ne diye şımarıklık yapıyorlar haksızlığa uğruyoruz diye!" Şimdiki tartışma ise uzun zaman birlikte demokrasi ve özgürlükler için mücadele verdiğimiz demokrat kesimde, kendi aramızda.
Evet, son yıllara dek memleketin ezici çoğunluğu için 'Kürt meselesi' diye bir mesele yoktu. Hepimiz Kürtlerin adı dahi telaffuz edilmediği sürece kardeştik. Ateş düştüğü yeri yaktı on yıllarca. Tek tezahür: Şehit cenazeleri oldu. Başka türlüsü de mümkün olamazdı zaten. Kameralardan saklanan, habercilerden sansürlenen, medya patronlarına 'görmezden gel' diye baskı yapılan 'şiddet', ceberut devletin şiddetiydi.
Evinizi, tarlanızı yakan, sizi zorla göçe zorlayan, beyaz Renault'lara binip uzaklaştırdıktan sonra katleden, kaybolan yakınlarınızın akıbetini sormaya gittiğinizde sizi yargısız infaz eden, isminize, anadilinize kast eden, varlığınızı imha eden, inkâr eden... Vatandaşına karşı kendi iktidarı sarsılmasın diye sizi hep mazlum kıvamında tutan, sizi hep isyana teşvik eden, çetelerin, mafyanın, suç örgütlerinin eline geçmiş bir devlet karşısında elbette direniş uygulayacaksınız.
Bunun aksi insanın varoluşuna aykırı. Mazlumun direnme hakkı, haklılığından aldığı güçle bu anlamda meşrudur. Peki mazlumun direniş üslubunun ölçüsü ne olmalı? Bu ölçünün evrensel kriterleri nasıl saptanıyor? Direniş ile saldırganlık arasındaki bıçak sırtı fark ne zaman belirginleşiyor?
Kürt hareketinin direnişiyle Filistin hareketinin direnişi kıyaslanıyor bu sorular sorulduğunda. Bu mukayesenin kendisini çok sorunlu bulmama rağmen, yine de şunu belirtelim: İster Filistinli olun, ister Türk, ister Kürt ya da başka biri. Masumları haksız yere öldürmekle mazlum kalamazsınız. Filistin direnişi evet başından beri meşru bir direniş. Fakat oturduğumuz yerden, orada da direnişin dilinin her zaman hakkaniyetle konuşulduğunu söylemek 'Tanrıcılık' oynamak olur. Vücudunu bomba olarak patlatmaya giden bazı Filistinlilerin kendilerine cennette bir yer ayrıldığına garanti gözüyle bakması karşısında söyleyeceklerimiz olmalı bu yüzden. Ölürken neye şahit olduğunu kimse bilemez.
Kimsenin ahiretteki akıbetini önceden bilmemiz de mümkün değil. Bu durumda, hep söylediğimiz gibi, şehitlik mertebesinin hakikati insanın kalbiyle Rabbi arasında bir sır. Bizlere direniş dilini hakkaniyetle konuştuğunu varsaydıklarımızın şehadetine hüsnü zanla yaklaşmak düşer en fazla.
Kürt hareketinin 90'lardaki direnişinde de yakından tanık olanların şahitliğine göre birçok had ve hudud aşımı olmuş. Bu anlamda biz 'uzakta' yaşayanların söyleyeceği her şey 'ahkam'a dahil. Ahlaken söz söyleme hakkını kendimde bulamam. Ağabeyinizin bir sabah evden zorla çıkarılıp uzaktaki ağaca bağlanıp taranmasını izlemişseniz, onu katledenlerin size ödeyeceği diyetin peşini bırakmazsınız kolay kolay, bunu bilirim yine de.
Aynı şekilde biz 'uzaktan bakanlar'ın oturduğumuz yerden her PKK şiddetinden sonra, kendi aramızdaki tartışmayı alevlendirip farklı düşünenlere "hadi kınayın, niye yeterince gür çıkmıyor sesiniz" diye baskı yapmamızı da ahlaken sorunlu buluyorum. 'İnsanlıkmetre'yi eline aldığını iddia etmek de bir nevi şiddettir.
Direnişin dilinde herkes aynı ölçüyü tutturmadığı sürece, "hadi kına, hadi eleştir, hadi mesafe koy şiddetle arana" gibi cümlelerin bir tahakküme yol açtığını görüyorum. Bana göre, buradaki ölçü, şiddetin her koşulda meşru olup olmadığı fikrinin etrafında tartışmak...
Kendisini masaya çağıran ve 90'lardan farklı bir dil konuşmaya çalışan (tüm hatalarına rağmen) bir devletle barış görüşmelerinin ortasındayken (ve bu görüşmelerin dökümü bile yayınlanmışken): Sivilleri kaçırmak, öğrenci yurtlarını, meslek okullarını bombalamak. Sivil ve savunmasız haldeki insanları, kadınları katletmek. Uzun namlulu silahlarla maç yapanları taramak. Davetli kılığında düğün basıp oradan karakollara ateş açmak. Uzaktan kumandalı mayınla araçları havaya uçurmak. Asker kılığında kalabalıklara sızarak bomba patlatmak...
Tüm bunlar evrensel bir direnişin dilini hakkaniyetle konuşmak olabilir mi? Kendini 90'ların ceberut devletinden çok farklı bir konuma oturtma çabasındaki devletin tüm hatalarına rağmen, sahiden olabilir mi? Sizinle savaşan karşısında direnirsiniz. Sizinle barışmaya çalışan karşısında kurnaz yöntemlerle savaşmaya devam ederseniz bunun adı saldırganlık değilse nedir?
PKK, sivilleri öldürmesine tepki yağdığında bu kez polis meslek yüksek okulu öğrencisi veya polis eşlerini öldürmenin meşru olduğunu söylemeye mi çalışıyor, bilinmez. Ama bizlerin oturduğumuz yerden bu saldırganlığın gerekçelerini oluşturmamızı ve uzun namlulu silah kullananlara meşruiyet yaratmamızı savunmam imkânsız.
Bize düşen, direnişin dilini tartışabilmek. 'İnsanlıkmetre'nin ölçüsünü tayin etme çabası, yine de bombanın pimini veya uzaktan kumandanın mesafesini ölçüp biçmekten daha hakkaniyetlidir diye düşünüyorum.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.