23 Kasım 2024
  • İstanbul17°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara11°C
  • İzmir19°C
  • Berlin2°C

DEMOKRAT MI, DİKTATÖR MÜ?

Murat Belge

15 Kasım 2011 Salı 09:59

Türkiye’nin bu döneminde, önünde açık bir yol görmek istiyorsa, Atatürk’ü ve Atatürkçülük’ü şimdiye kadar yapmadığı önem ve ciddiyetle değerlendirmesi, bu bağlam içinde kendi geçmişini ve kurumlarının değerlendirilmesi gerekir. Bunu söyleyip duruyorum. AKP gibi bir “fenomen”den yılan, onu bir an önce Türkiye tarihinden silip atmak isteyenlerin de bunu yapması gerekiyor, eğer o tarihin akışını sahiden silmek istiyorlarsa. Çünkü yıldıkları İslâmcılık da Atatürkçülük kalıbı içinde bugünkü biçimini almıştır.

Ama bu toplumda her tartışma bir “abes batağı”na çekilerek yapılır. Bu tartışma, eleştiri, değerlendirme aslında başladı. Ama başlar başlamaz bir “absürdite”ye dönüşmeye hazır. Hani Rusya, uçsuz bucaksız topraklara sahip olduğu için Napoléon’un ya da Hitler’in ordularını içerilere çekmiş çekmiş, sonra da üstüne abanıp yok etmiştir ya; bizim de en “uçsuz bucaksız” hazinemiz, “abes”lik. Onun için böyle istemediğimiz bir tartışma çıkınca, çıkmasını önleyemeyince, ama “abes abisimiz”e çekiyoruz ki, tez vakitte anlamsızlaşsın, gidişatı bozmasın, insanların aklını sahiden çelmesin.

Şu sıralarda bir “Atatürk demokrat mıydı, diktatör müydü?” tartışması, aslında çoktan beri zaman zaman tartışılır gibi yapılan bu anlamsız ikilem, yeni icat edilmiş gibi tekrardan sürülüyor piyasaya. Bundan beklenen faydayı platonik bir tasım haline getirerek, şöyle bir şey çıkıyor: 1) Atatürk bir devrim yaptı; 2) devrim, parlamenter demokrasi kurallarına, örneğin oylama vb. yöntemlere uymayan bir şeydir; 3) o halde Atatürk “demokrat” değildi.

Buradan da asıl istenen sonuca varmaya bir küçük adım yetiyor: İyi ki demokrat değildi, yoksa bu devrim olamazdı.

Demokrat olmak, olmamak çok önemli tabii. Ama bu konu bugün hâlâ çözülmemiş bir terazi dengesine benzer. Amacınız demokratik, yönteminiz demokrasi dışı olabilir. Bu, üç aşağı beş yukarı, Jakobenizm diye bildiğimiz “tarz-ı siyaset”in tanımıdır. Bunun tam tersi de geçerli olabilir, bu ihtimal vardır. O da, birkaç yazıdır anlatmaya çalıştığım “plebisiter faşizm”dir. Bu iki uç arasında da bir yığın ara yol, nüans vardır.

Atatürk’ün yönteminin demokratik olduğunu savunan fazla kişi yok. Bu pek mümkün de değil. “Yöntem” denince, ister istemez, daha “ampirik” bir alandayız. O zaman şöyle bir durup da amacına bakalım. Neydi amacı? Demokratik bir Türkiye kurmak diye bir tanımlanacak bir fikri var mıydı?

Sovyet Devrimi’nden zamanca pek uzak değil bizim dönüşüm. Bugünden bakınca Sovyet Devrimi bir fiyasko. Peki, neydi amacı? Her bakımdan, tam eşit bir toplum değil mi? Dolayısıyla, hiçbir sömürü ilişkisinin varolmadığı bir toplum değil mi? Lenin’in deyimiyle, “Aşçıların yönettiği [yönetebildiği] bir devlet” değil mi?

Atatürk’ün bunları uzaktan andıran amaçları olmadığı gibi, bu tür amaçları hayalî ve ayrıca “zararlı” buluyordu. Lenin’den daha “gerçekçi” olduğunu falan söyleyebilirsiniz, o ayrı bir tartışma ve çok da uzun, karmaşık bir tartışma. Konu şu anda sosyalizm değil demokrasi olduğuna göre, Atatürkçü “vizyon”un Batı tarzı bir “liberal demokrasi” perspektifi içerip içermediğini de sorabiliriz. Buna, şu anda “Biz Atatürkçüler” diye tepinen zevat cevap veriyor zaten. Herhalde “liberal demokrat” kadar nefret ettikleri bir şey yok.

Peki, o zaman ne devriminin devrimcisiydi Atatürk? İnsan hayatında hangi dönüşümün olmazsa olmazlığı tesbitini yapmıştı? “Üretim aracı” mı diyordu, ne diyordu?

“Türk ırkı”, “Türk milleti” dışında bir dediği var mıydı? Bunun için bir “ Tarih Tezi” yaratmamış mıydı?

Bir topluma o “tez”i armağan etmiş birinin “demokrat” olup olmadığını tartışmak, “Atatürk neydi” tartışmasını buraya çekmek abesle iştigalin bilinçli biçimidir.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.