DEMOKRASİ VE BARIŞ KONFERANSI'NIN POTANSİYELİ
Pınar Öğünç
27 Mayıs 2013 Pazartesi 08:35
Kalıcısını isteyince barış karşıtı sayılabileceğiniz şu günlerde, Demokrasi ve Barış Konferansı mühimdi.
Konferansın yapıldığı Ankara’daki Sürmeli Oteli’ne yakın bir kafede, yan masadan yükselen şöyle bir telsiz sesi duyulmuş cumartesi sabahı: “Malum yerdeyim. Cızzzzt. Kürtler var. Cızzzt. Türkler var. Cızzzt.” Aslında fazlası da vardı.
‘Barış’ yerine ‘kalıcı barış’ dediğinizde savaşın devamını istemekle itham edilebildiğiniz günler... Bu konferans ise tam buna, barıştan ne anlaşıldığını netleştirmeye ve nasıl kalıcı hale gelebileceği üzerine topluca düşünmeye niyetlenmiş. İki günün hülasasını bir cümleye toplayayım; böyle barış-kalıcı barış akıldışılıkları arasında demokrasiyle, adaletle, yüzleşmeyle, eşitlik ve emekle bağı kurulmamış bir barışın kalıcı olamayacağını vurgulamakla önemli bir buluşmaydı bu konferans.
Geçmişle ve bugünle yüzleşme
Şu kısmı ne kadar net acaba? 30 yıllık zorlu ve çok acı biriktirmiş bir mücadelenin ardından dönemin iktidarıyla müzakere masasına oturan Kürt siyasi hareketi şunu demeye getiriyor: Bu sadece Türklerle Kürtlerin barışmasıyla ilgili bir süreç değil. Masada bizi yalnız bırakmayın. Bunu devletle vatandaş arasında yeni bir ilişki kurmanın, daha demokratik ve eşitlikçi yeni bir toplumsal sözleşmenin vesilesi haline getirelim.
Söz edilen, Kürtlere bu süreçte destek olmak değil, fiilin kendisi ‘destek’ değil çünkü. Müzakerenin toplumsallaşması, bileşenlerinin çoğalması... Birlikte taraf olmak... Bu çağrının kıymeti ve zorlanmayı bekleyen yeni bir gelecek tasarlama imkânı ne kadar karşılığını buluyor acaba?
Farklı partilerden, örgütlerden, sendikalardan, sol siyasetten 500’e yakın katılımcıyı buluşturan Demokrasi ve Barış Konferansı, çokça ortak fikrin yanında ‘sürece’ dair farklı düzeylerde ve başlıklarda kuşkuları olanları da buluşturmasıyla önemliydi. BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın tabiri güzel bir özet: “Yıllardır demokratik mücadelenin zorunlu yoldaşları olduk. Bunu gönüllü yoldaşlığa dönüştürmenin zamanı.”
İki gün boyunca çok yapıcı, bu yüzden de umut verici cümleler duydum şahsen Ankara’da. Doğrudan bu savaşın mağdurları ve faillerini içeren bir yüzleşmenin somutlanması dışında, genel bir yüzleşmenin izlerini duyduk çünkü. Şimdiye dek Fırat’ın batısında sosyalistlerin neler yaptığını bir özeleştiriyle sorgulayan, somut önerilerin eksikliğini dile getirenler... Emek perspektifini, çatışmasız bölgeye sermayenin çevik planlarına dair ilkesel duruşlar belirlenmesini hatırlatanlar... Bu o kadar dibimizde bir mesele ki...
Barışı toplumsallaştırmayı, Türkiye’de solun kendisini toplumsallaştıramamasıyla birlikte ele almayı önerenler... Açık açık, mevsimlik işçi haline getirilmiş Kürtleri yeniden üretici yapmaya yönelik planların bulunmayışını eleştirenler... Yarı latifeyle Türklerle Kürtlerin barıştığı her dönemde Ermenilerin canının yandığını; Ermeni soykırımını dahil etmeyen bir yüzleşmenin eksik kalacağını anımsatanlar... Mağduriyetlerin tekilleşmemesini, Alevilerin, Süryanilerin sözlerinde yalnız bırakıldığını söyleyenler... İnançsızların ihmal edildiğini, diğer yanda dindarların temsilinin yetersizliğini masaya koyanlar... “İktidar bizim tasvip etmediğimiz bir dindarlığı savunuyor. Bizi kendi elinizle karşı tarafa veriyorsunuz” diye uyaranlar...
‘Hakikat, yüzleşme ve adalet’, ‘Hukuk, yol temizliği ve yeni anayasa’, ‘Müzakere sürecinde barışın toplumsallaşması ve demokratik siyaset’ başlıklı gruplara bölünen katılımcılar kendi raporlarını tamamladı. Şu an arka masamda bir ekip, konferansın sonuç deklarasyonu için çalışıyor. Deklarasyonlar tek başına bir anda büyük değişimler yaratmaya muktedir olmayabilir. Bu konferans, katılımcıların bizzat varlığıyla ‘deklare’ ettikleriyle daha fazlasını söyleyecek gibi geliyor bana. Umudumuz budur.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.