18 Mayıs 2024
  • İstanbul16°C
  • Diyarbakır19°C
  • Ankara19°C
  • İzmir24°C
  • Berlin16°C

DEMOKRASİ SİYASETİ VE FARKLILIKLAR

Erol Katırcıoğlu

08 Eylül 2011 Perşembe 10:04

Başbakan Erdoğan seçimlerden sonra “Bize oy vermeyenlerin neden oy vermediklerini araştırıyoruz” demişti. Bir siyasi partinin liderine böyle şeyleri söyleten herkesin oyunu almak isteğinden başka ne olabilir ki?

Peki ama bir partinin ülkedeki tüm insanların oyunu, üstelik de onların özgür iradeleriyle alarak iktidara gelmiş olması daha demokratik bir yönetime kavuşmuş olacağımız anlamına gelir mi?

Bu, tıpkı bir zamanlar (bilmiyorum hâlâ da inanıyorlar mı?) Fenerbahçelilerin çok sevdikleri “Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak!” sloganına benzer bir durum yaratmıyor mu? Herkes Fenerbahçeli olacak da ne olacak, ortada rakip bir takım kalmadıktan sonra. Ve tabii bir de bu durumda futbol oyununun anlamı ne olacak?

Nasıl ki futbol, farklı takımlar olmaksızın oynanabilecek bir oyun değilse, demokrasi de farklı çıkarlar olmaksızın sürdürülebilecek bir siyasi mekanizma değildir.
Hatta daha da ileri giderek diyebilirim ki demokrasi, toplumdaki farklı çıkarların gerçek çatışmalara yol açmadan konuşularak, müzakere edilerek çözülmesini mümkün kılan bir sistemin adıdır.

Bugünlerde, seçim sonrasının inceden inceye kendini hissettirdiği bir değişim kavşağında bu kavramı yeniden düşünmeye ihtiyaç var. Üstelik bu ihtiyaç yalnızca iktidar partisinin kimi yaklaşımlarından dolayı değil aynı zamanda muhalefet partilerinin yaklaşımları nedeniyle de böyle.

Daha önce yazmıştım Erdoğan’ın “ustalık dönemim” dediği bu dönemde bazı konularda proaktif bir “düzenleyici” gibi davranacağını. Üstelik böyle bir davranışın da bence bugün gerek Türkiye’nin ihtiyaçlarına ve gerekse dünyanın trendlerine de uygun olacağını.

Ama burası Türkiye, burada topuzun ucunu kaçırma olasılığı her zaman yüksektir. Nitekim hükümetin seçim öncesi çıkardığı kanun kuvvetinde kararname ile Türkiye Bilimler Akademisi’nin (TÜBA) yapısını değiştirmeye çalıştığına dair güçlü itirazlar var. Bir hükümet tabii ki kendine bağlı kurumların yapılarını değiştirme gücüne ve meşruiyetine sahiptir. Ama bunu bu yapıların içindeki aktörlerle konuşmadan tartışmadan yapmak demokratik bir tutum olamaz.

Dedim ya muhalefetin durumu da pek parlak değil. CHP ve MHP muhalefeti üzerine değerlendirme yapmak bir başka yazının konusu olsun ama BDP’nin (Blok’un da) milletvekillerinin parlamentoya gidip gitmeyeceklerinin hâlâ net olmaması burada da topuzun ucunun fazla kaçtığına dair bir işaret değil mi?

Eğer bu ülkeyi bir zamanlar olduğu gibi “tek adamlarla” yönetmeyeceksek, eğer bu toplumda istediklerimizi “silahlı bir devrim” yaparak elde etmemiz mümkün değilse iktidarı ve muhalefetiyle demokrat bir siyaseti öğrenmek zorundayız. Bunun anlamı da kendi farklılıklarımızı savunmaktan vazgeçmeden Chantal Mouffe’ın kullandığı terimle bir “çatışan uzlaşma” gerçekleştirebilmemiz gerekiyor.

Her şey ortada. Kürtlerin çok uzun yıllar çiğnenmiş ve iade edilmeleri gereken hakları var, Türkiye’yi yönetenlerin de bu hakları acilen iade etmekle ilgili yükümlülükleri. Bu iki cümlenin de farklılıklarımızın yarattığı gerçek çatışmalardan vazgeçip demokratik bir siyaseti çağırdığı açık değil mi?

Ve bunu bu ülkede duymayan kaldı mı?

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.