30 Ekim 2024
  • İstanbul16°C
  • Diyarbakır14°C
  • Ankara10°C
  • İzmir19°C
  • Berlin14°C

DEĞİŞMEYEN ZİHNİYETLER...

Ali Bayramoğlu

20 Temmuz 2010 Salı 19:22

Çağdaş, katılımcı demokrasinin kurucu, asgari koşullarından belki de en önemlisi ayrışma fikridir.

Ayrışma fikri, iktidarın, hukukun, bilginin birbirinden özerk olabildiği bir duruma işaret eder.

Bu üçlü arasında etkileşim kadar mesafe olması, zihniyet kalıpları ve etik kuralların bu ayrışma fikrine dayanması, ayrışmayı koruma altına alması, hatta ilke kılması, çoğulcu ve katılımcı çağdaş demokrasinin temel koşulundandır.

Bu koşullar şu üç basit, ancak yaşamsal ilkeye gönderme yapar:

Özgürlük, eşitlik ve özerklik (düşüncenin siyasal karşısında özerk kalabilme imkânı)...

Özerklik yerine kapsayıcı otorite fikrini, özgürlüğe karşılık itaat kavramını, eşitliğe karşı da hiyerarşiyi koyduğunuz zaman ise ulaşacağınız düzen baskıcı ve sıkça "militarist" nitelikli olur.

Kabul etmek gerekir ki hiyerarşi, kapsayıcı otorite ve itaatin egemen olduğu bir düzenden özerklik, özgürlük ve eşitliğin düzenine geçiş, kolay ve sıradan değildir.

Zira söz konusu olan düzenler bütüncül özellikler taşırlar; sadece devlet yapılanmasını değil, aynı zamanda bir siyasi kültürü, bir zihniyet yapılanmasını kuşatırlar.

Bugün Türkiye militarist bir düzenden demokratik bir düzene geçmeye çalışıyor.

Bunun imkânları ve sınırlarını tartışırken yukarıda altını çizdiğimiz bütüncül özelliği dikkate almak gerekir.

Bu durumda soru şudur:

Türkiye'deki militarizmin kökü, derinliğinin ana yapısı ve içinde bulunduğu ana çerçeve nedir?

Yanıtı için köke doğru gitmekte fayda var.

Türkiye'deki uluslaşma süreci 'Şarklı' bir nitelik taşır.

Balkanlar'dan başlamak üzere Şark'a doğru uluslaşma süreci, Batı'dan farklı olarak dil merkezli değil, din merkezli olmuştur.

Nitekim sık yazar ve söyleriz, Türkiye'deki ulus oluşumunun temelinde de temel olarak 1830'larda başlayan, kökü daha eskiye, Osmanlı'nın ilk toprak kayıplarına giden ve biteviye Anadolu'ya doğru akan yaklaşık 150 yıllık bir Müslüman göçü görülür.

Devlet-zihniyet-militarizm ilişkisi de bu noktada önemli bir yönüyle karşımıza çıkar.

Ulusu kurmak eğitim, laiklik, birey, görev, hak, kılık, kıyafet, yaşam biçimi gibi bildik cihazlarla bir standardizasyon yaratmak kadar, onu içeriden gelecek tehlikelerden sürekli ve düzenli bir şekilde bertaraf etmek anlamı taşımaktaydı.

Aynı Batı'dan gelen tehlikenin Batılılaşarak giderilmesi çabasında ve bu durumun Türk Batılılaşmasını tersten belirlemesinde olduğu gibi...

Türkiye'deki dönüştürücü modernist projenin, asker eliyle ve asker üzerinden hazırlanması ve gerçekleştirilmesi, asker kişi ve askerî durumun bireyler tarafından "modern, kurucu, kurtarıcı ve en önemlisi model" olarak içselleştirilmesi, zihinlerin yarı askerileşmesi süreci olarak da karşımıza çıkar.

Bugün yaşadığımız kırılmalara baktığımız zaman, modernizm, siyaset, çağdaşlık, devlet, asker kelimeleri arasında kurulan çağrışım ilişkileri, özellikle siyaset-devlet özdeşliğinin işaret ettiği kuralcı bir faydacılık ve zihinlerdeki simgesel, hatta metaforik bağlar Türkiye bağlamında dikkat çekici boyutlardadır.

Değişim henüz zihniyet çekirdeğine ulaşmadı.

Referandum tartışmalarının, sol meselesinin ardında yatan hala budur...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.