22 Kasım 2024
  • İstanbul18°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin2°C

DEFTERDEKİ YENİ SAYFA...

Ali Bayramoğlu

30 Temmuz 2013 Salı 08:37

Yıllarca temsil krizinin boğduğu bir siyasi partiler düzenine sahip olduk. Bunun nedenleri arasında vesayetçi yapı ve Kemalist modernist bir anlayış yatıyordu.

Bu düzen 1990 ve 2000'lerde sosyolojik ve politik olarak sarsıldı, hızlı bir değişim baskısı ve bu baskının ürettiği ağır krizlerle karşılaştı.

Ardından bir tür normalleşme ışığı görüldü.

Siyaset mekanizması bir dönem başta AK Parti olmak üzere kimi parçalarıyla toplumu izledi, 'toplumsal' tarafından kuşatıldı.

Ne var ki, bugün farklı bir yerdeyiz.

Geldiğimiz noktada bu kuşatma tersine dönmüş, doku aslına rücu etmiş bulunuyor.

Siyasetin, siyasetçinin toplumu kendi dili, ufku, çatışmalarına hapsetmesi, toplumsal alanı bir tür daraltması halidir bu.

Bu durumda merceğin altına ilk yatırılması gereken kurumlar, devlet-siyaset, devlet-toplum arasındaki bağlantı noktaları olan siyasi partilerdir, kuşkusuz.

CHP'den MHP'ye ve diğerlerini siyasi partiler-toplum arasındaki ciddi engebeler Türkiye'yi adım adım tek partili bir demokratik düzene ya da hakim parti düzenine götürdü. Bugün ise hakim parti ile toplum arasındaki ilişkilerde kimi hatlarda kopukluk yaşanıyor.

Ve pek çok sorun yeniden baş gösteriyor.

İlk sorun, partiler açısından toplumsal değişme ve toplumsal dinamikleri okuma konusundaki zafiyettir. Bu zafiyet, toplumsalı kendi iç döngüsüyle anlama, toplumsal dinamiklerin değişken niteliğini kavrama, siyasi dili ve dokuyu sürekli olarak yeniden yapılandırma eksikliğiyle kendisini gösteriyor.

Örnek mi?

Gezi olaylarının arkasındaki 'toplumsal dalga'yı ele alalım. Parlamentoda temsil edilen hangi siyasi parti bu dalgaya dokunma çabasına girmiştir.

MHP her zaman olduğu gibi toplumsalı teğet geçmektedir.

CHP ise olana faydacı yaklaşma (siyasi iktidarı yıpratma vesilesi ve yerel yönetimlerde kendisine hiç çaba sarf etmeden oy çekme) dışında bir anlama yetisine sahip değildir.

BDP'nin aklı başka yerdedir.

Siyasi iktidar açısından yaşanan temel olarak tepkisel, tehlikeli ve organize nitelikte, esasen kendi varlığını hedefleyen bir sokak hareketidir. AK Parti bu çerçevenin dışına çıkmaya niyetlendiği zamanlarda ise olanı, yeniyi anlamlandırmakda zorluk çekmektedir. Nitekim iktidar çevrelerinde 'ne istedikleri belli değil', 'muhatap kim belli değil…' cümleleri sık telaffuz edilmiştir, edilmektedir.

Kabul etmek gerekir ki siyasetçi için yeni toplumsal nüveleri anlamak kolay değil.. Çünkü yerleşik zihniyetten, bu zihniyetin siyaset tasavvurundan oldukça farklı temeller üzerine kurulular. Nitekim esnek, çoğulcu ve parçalı, itiraz üzerine kurulu, kendi alanına sahip çıkmak isteyen bir siyasallaşma türüne işaret ediyorlar. Talep kadar, bir memnuniyetsizliğe işaret ediyor, bir eksiklik duygusunu ifade ediyorlar. Bu bakımdan, 'iktidar', çoğul ifade edelim üniversiteden kamusal alana 'iktidarlar' karşısındaki tepkisel tutumlarıyla ve artan katılma arzularıyla belirginleşiyorlar.

Anlamak belki zor ama bu zorluk sorunu ortadan kaldırmıyor ve sonucu değiştirmiyor.

Anlamayınca ıskalıyorsunuz.

Iskalayınca asayiş nesnesi olarak tanımlıyorsunuz.

Asayiş nesnesi olarak tanımlayınca toplumsal bir durum karşısında bizzat siz bir asayiş nesnesi haline geliyorsunuz.

Bu yolda ilerledikçe yeni toplumsal durumu, tek doğru ilan ettiğiniz kendi siyasetinizin içine hapsetmeye çabalıyorsunuz.

Sorun sadece 'yeni'yle sınırlı değil...

AK Parti kurduğu siyaset ve hakikat ilişkisiyle tüm muhafazakar ve dindar kesimi de kendi dilinin içine sıkıştırıyor. O alanda yaşanan devasa toplumsal değişimin karşısına bilerek ya da bilmeyerek siyasi ve ideolojik duruşu dikiyor.

Hal bu...

Bu aralar değişeceğe benzemiyor.

Bir kenara not edin, bu, siyasi defterimizdeki yeni sayfadır.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.