DARBEDEN NEMALANMAK...
Nihal Bengisu Karaca
26 Temmuz 2010 Pazartesi 16:11
BAŞBAKAN Erdoğan'ın "O günler bir daha gelmesin" yolunda sarf ettiği gözyaşları ve malum 12 Eylül vurgusu birçok tartışmaya neden oldu. Ortaya atılan fikirlerden biri şu: "12 Eylül, ANAP ve AK Parti gibi partileri üreten bir ortam sağladı, siz de 12 Eylül'den nemalandınız, hatta o günlerde bunu alkışladınız bile, o halde kalkıp bunu kullanmayın."
Bu pek adil bir söylem sayılmaz. Çünkü Başbakan ve arkadaşlarının da içinde bulunduğu zihniyet dünyası, Başbakan ve çevresinin ideolojisinin "sağcı" vurgularından rahatsız olanlarca, yıllardır "Neden hep 27 Mayıs darbesini ya da 28 Şubat'ı anıyorsunuz, neden bir gün de 12 Eylül ve mağdurlarından bahsetmiyorsunuz, onlar da bu ülkenin çocukları değil miydi?" eleştirileriyle karşılaştı ve handiyse tedip edildi. Bugünlere öyle gelindi.
Hep duyduğumuz şey: "Hayır darbenin iyisi kötüsü olmaz, bazı darbeler çok kötüydü bazı darbeler az kötüydü olmaz, darbe her zaman trajediye yol açar ve trajedi hangi kampta, hangi kutupta, hangi fraksiyonda olursa olsun trajedidir." El hak, doğru. Ama önce böyle deyip sonra "el çek ilacımdan tabip!" tribine girmek, bedelleri paylaşalım derken şimdi hayır benim maliyetim bana, senin maliyetin sana noktasına gelmek tutarsız bir tutum. Gerçek nedir? 12 Eylül darbesiyle, sivilleri askerin yapacağı tehlike analizine, askerin uygulayacağı bastırma ve tehdit yöntemlerine mecbur bırakan düzenlemeler mumyalaştı, yıllarca bunlarla yaşadık. Anayasa değişikliği paketinde ise, askere sivil yargı yolunu açan maddeler var, savaş hali hariç sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmasının önüne geçen bir düzenleme var. Sıkıyönetim askeri mahkemelerinde yargılanan ve idama gönderilen vatan evlatlarından yana bir endişen varsa, kim yapıyor olursa olsun bu değişikten yana olursun, sonra gider beğendiğin partine oy verirsin, bu kadar basit, ötesi boş...
Velev ki, 12 Eylül, o gün "milli görüş" çizgisinde olanların ya da genel olarak sağ cenahın pek de itiraz etmediği, hatta el çırpıp sevindikleri bir şey olsun. Seni öldüresiye döven irikıyım mahalle kabadayısını "mazur" görmen, dönüp yine ona, sadece ona itaat etmen ama dayağı yediğin sırada kenarda bekleyip, başka nedenlerle sana gıcık olduğu için kavgayı seyretmekle yetinen yaştaşına kin tutman çok manasız.
Diyorsun ki, yalancıııııı, gördüm, ben dayak yerken sen de tempo tutuyordun. O da diyor ki, evet lakayt kaldım, sana soğuktum, birbirinizi yerken canavardan farkınız yoktu, nitekim sonra uzun uzun sor-guladınız kendinizi, uzun uzun değiştiniz! 12 Eylül öncesindeki halini sorgulamayan tek bir solcu kaldı mı, tek bir ülkücü? Müsaadenizle ben de değiştim. O günkü kavganın, o günkü acının ne kadar yanlış, ne kadar "kurgulanmış", başka yerlerden "manipüle edilmiş" olduğu da ortaya çıktı. Çok acı yaşandı, çok bedel ödendi, bir daha olmasın istemez misin?
Sen de diyorsun ki: "Senin elinden gelecekse hayır, beni dövenin elini öperim daha iyi. Çünkü o buraların gerçek sahibi. Sen de kim oluyorsun? Yeterince demokrat bile değilsin."
DEMOKRASİYİ KİM GETİRİR?
Değişikliği yapanın "kim" olduğu önemli değil, bu değişiklikle hayati bir eşik aşılacak mı, aşılmayacak mı o önemli. İktidarlar mükemmel olgular değildir. Dahası, demokrasi her zaman kusursuz demokratlar eliyle gelmez. Kusursuz demokratın yetişmesi için ülkede yeterince demokrasi olması gerekir zira! Nitekim, şu anda olan da, bazı az demokratların, ülkenin kalkınma, büyüme ve gelişme seyrini bozmadan farklı taleplere cevap verebilen bir devlet anlayışını mümkün kılma çabasıdır. Çok demokrat olduklarından değil, en doğrusunun bu olduğunu anladıkları için çabalıyorlar. Çünkü demokrasi, yeterince demokrat olmayan adamların demokratikleşme yolunda attıkları eğri büğrü adımlarla geliyor. Her zaman değil, ama sık sık öyle.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.