DARBECİLER HESAP VERMEDEN ÇEKİP GİDERKEN
Kemal Burkay
10 Temmuz 2015 Cuma 13:27
12 Eylül Cuntası beşlisinin son ismi Tahsin Şahinkaya da 90 yaşında öldü.
12 Eylül darbesinin ülkede yol açtığı karanlık ve acılı dönemin nesini yazayım… Bunlar çok yazıldı, ben de yazdım.
İnsanlarımız yurt içinde, zindanda, sürgünde bu acıları yaşadılar. Kimisi işkencede hayatını yitirdi, kimisi idam veya infaz edildi. Hemen herkes bu dönemin acılarını şu ya da bu şekilde paylaştı.
Cunta sözde 1970’li yıllarda tırmanan “sağ-sol terörü” sona erdirmek için yönetime el koydu. Bu koca bir yalandı. Cuntanın hedefi solu ve Kürt hareketini, bir başka deyişle devrimci ve demokratik hareketi ezmekti. 1970’li yılların ikinci yarısında hızla tırmanan terörün arkasında da bizzat cunta ve onun CİA, NATO gibi dış ortakları ve onların denetimindeki örgütler, odaklar vardı.
Cunta büyük ölçüde hedefine ulaştı, devrimci demokratik hareketi ve Kürt ulusal hareketini ezdi. Hukukçuların “polis tüzüğü” olarak adlandırdığı, faşizan nitelikte bir anayasa yaptı. Faşist kurumlar oluşturdu.
Bu arada Kürt ulusal hareketi ezilip, kitle ajan provokatörler ve paravan örgütler eliyle yanlış kanallara yöneltilirken, dış aktörlerin de devreye girmesiyle ülke bir kirli savaş yangınına eteklerini kaptırdı. Kürdistan Kürt halkından boşaltılmak istendi. 4 bin köyümüz, onlarca kasaba ve kent yakılıp yıkıldı, milyonlarca insanımız sürgün ve göç yollarına düştü. 50 bin can yitirdik. Türkiye boydan boya kirlendi, şiddete battı. Gelişmeye harcayabileceği trilyonlarca serveti yıkıma ve kirli savaşa harcadı.
Aradan 36 yıl geçti. Cunta, darbeden 4-5 yıl sonra yapılan seçimlerle sözde yerini sivil hükümetlere bıraktı. İşine son verilmiş, zindana tıkılmış anlı şanlı politikacılar yeniden sahneye çıktılar, kapanmış partiler yeniden açıldı. Onların kurduğu hükümetler birbirini izledi. Ama bir şey değişmedi. Yunanistan’da, Arjantin’de, Şili’de olduğu gibi cuntacılardan hesap sorulmadı, demokratik koşullara dönülmedi. Faşizan anayasa zaman zaman yamalansa da yerinde duruyor. Cunta’nın oluşturduğu kurumlar da. Kirli savaş sürüp bugünlere kadar geldi.
Sonuç olarak ne Kürt sorunu çözüldü, ne ülkeye demokrasi ve barış geldi. Bugün de ufukta ne çözüm umudu görünüyor ne de çağdaş standartlara uygun bir demokratikleşme çabası.
Bu neden böyle? Neden Şili’de, Arjantin’de, Yunanistan’da, İspanya’da olanlar bu ülkede gerçekleşmedi?
Çünkü söz konusu ülkelerde askeri cuntaların, faşist rejimlerin yerine, aynı kafa yapısını taşıyan sivil liderler ve partiler değil, demokrat ve değişimci liderler ve partiler geçti. İspanya’da, Portekiz’de faşizan rejimlerin yerini sol, sosyalist yönetimler aldı ve değişime, demokratikleşmeye onlar öncülük ettiler. Yunanistan’da, Arjantin’de ve Şili’de de benzer bir değişim oldu. Bu ülkelerde faşist rejimlerin, askeri cuntaların ezdiği partiler, liderler, antifaşist kitle hareketinin desteğiyle yönetimi aldılar. Bu nedenle söz konusu zorbalardan hesap sordular, yargıyı çalıştırdılar ve onları hak ettikleri biçimde cezalandırdılar.
Bizde ise darbeci paşalar yerlerini kafaca kendilerinden farklı olmayan gedikli politikacılara, sistemin partilerine bıraktılar. Eski hamam eski tas misali. Bu nedenle onlardan hesap sorulmadı. Bu nedenle onlar yönetimi sivillere devrettikten sonra da aynı sivil yöneticiler tarafından el üstünde tutuldular ve deniz kıyısındaki villalarında ve rahat yataklarında öldüler. Bu nedenle onların kurduğu faşizan rejim, bir polis tüzüğü, deli gömleği olan anayasasıyla ve faşizan kurumlarıyla sürüp geldi.
Son yıllarda onlar aleyhine açılan dava ise göstermelikti ve şimdi bu beşlinin tamamının terki hayat etmesiyle bu göstermelik dava da düşecek, her şey unutulacaktır.
12 Eylül’ün sorumluları elbet bu beş paşadan ibaret değildi. Nice asker ve sivil politikacı, nice işkenceci, nice katil, insanlık suçu işlemiş nice kişi var ki bunlara hesap sorulmadı ve bu saatten sonra sorulması da beklenemez.
İnsanlarımız çektikleriyle kaldılar. Ülkenin on yılları heba oldu.
Darbeci gelenek sürüp geldi. Son on yıldır ülkeyi yöneten AK Parti döneminde, onu devirmeye çalışan darbeci girişimler ilk kez içerde ve dışarıda yeter destek bulamadı ve Ergenekoncular bu kez yakayı ele verdiler. Ne var ki AK Parti’nin yarım yamalak demokratlığı çok sürmedi, bu parti kendi zaafları ve yanlışlarıyla tökezleyince Ergenekoncular sıyırdılar, vartayı atlattılar; hatta hesap vermekten hesap sorma pozisyonuna geçtiler. Bu kesimin ta 1970’lerden beri Kürt hareketi içinde kurmuş olduğu ve “Kürt Ergenekonu” denen, nice suça, provokasyona bulaşmış olan ağın ise üstüne hiç gidilmedi. O defter hala kapalı ve bu gidişle açılacağı filan da yok.
Demokrasi, özgürlük, barış, ne yazık ki bugün de hâlâ ufukta görünmüyor. Bugün de iktidarı ve muhalefetiyle ülkeyi yönetenlerin pek birbirinden farkları yok. Onlar, tüm yaşananlardan ders çıkarıp cesur ve gerçekçi projelerle sorunları çözeceklerine yalakta oynuyor ve kitleleri oyalamayı sürdürüyorlar. Onlar statükonun, yani sistemin bekçileri.
Kitleler ise bu şeytani çemberi, bu fasit daireyi kırabilecek, onlara çıkış yolunu gösterecek, onları bu doğrultuda harekete geçirebilecek bir öncülükten yoksunlar. Son dönemde sahneye sürülen ve pek çoklarının umut diye sarıldıkları HDP’nin kendisi de bir devlet projesi, 1970’lerden beri Kürt halkına ve sola kurulan tezgahın son halkası. Böyle bir tuzağa takılarak ne Kürt sorunu çözülür, ne ülkeye demokrasi gelir ne de barış.
Geçmişin yanlış politikalarının nelere mal olduğunu görüp yaşadık. Bugünün çözüm üretmeyen, geçmişin izinden giden yanlış politikalarının nelere yol açacağını ise yaşayanlar görecek.
Türkiye ve Kürdistan bir ateş çemberindedir, ama ne yazık ki durum iyimserlik verici değil.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.