'DAĞA ZATEN ÇIKABİLİRLERDİ AMA SİVİL SİYASETİ SEÇTİLER'
Pınar Öğünç
17 Mart 2014 Pazartesi 09:50
Tutukluluk süresini 5 yılla sınırlandıran düzenlemenin ardından Ergenekon davası kapsamında tahliyeler birbirini izledi. Diyarbakır’da görülen KCK Ana Davası avukatları da 92 müvekilleri için aynı talepte bulunmuştu. Fakat önce cevaplanan bir dilekçeye aldıkları ret kararıyla bu talebi toptan geri çektiler. Çok da alışık olunmayan bir dille... Evet, 42 kişinin beş yılının dolmasına bir ay vardı ama gerekçeler arasında delil karartabilecekleri, dağa çıkabilecekleri sıralanmıştı, süreyle ilgili ibare yoktu. O zaman bu ne demekti... Davanın avukatlarından Cihan Aydın anlatıyor.
Bir yasa değişikliği doğal olarak herkes için yapılıyor. Siz hangi hisle verdiniz dilekçeyi?
İstanbul’daki tahliyelere baktık; iki kez ağırlaştırılmış hapis cezası alanlar, 30-40 yıl alanlar, iki-iki buçuk yıl tutukluluk süresi bulunanlar... KCK Ana Dava’dan 42 müvekkilimizin bir ay sonra beş yıllık süreleri doluyor. İstanbul’daki manzarayı görünce, neden Diyarbakır’da olmasın diye başvurduk. Bazı meslektaşlarım aynı dosya kapsamında tutuklu birkaç kişi için bizden önce talepte bulunmuştu. O karardaki vahim değerlendirmeleri görünce umudumuzu yitirdik. Bu mahkemelerden netice alamayacağımızı bir kez daha anladık. Kararda beş yıllarını bir ay sonra dolduracaklarıyla ilgili bir tespit olsaydı, tatminkâr olmasa da anlaşılabilirdi. Örneğin Başbuğ’un tutukluluk süresi 26 ay. İkinci nokta da mahkeme başkanı müvekillerimiz hakkında tek tek cezaevlerine yazı yazdı, 4 yıl 11 ayın bir kısmını başka bir suçun infazından dolayı yatmış olabilirler mi diye bakıldı.
Olursa da daha az kişi faydalansın çabası mı demek lazım buna?
Tam da bu. Bu hakimlik görevini aşan bir iştir.
Tahliye talebini geri çekmek sık karşılaşılan bir durum mudur?
Hayır, 15 yıldır avukatlık yapıyorum, ben rastlamadım. Bu dosyanın yüzde 95’i ortam ve telefon dinlemelerinden alınan tape kayıtları üzerine bina edilmiş. Kalan yüzde 5 de gizli tanıklar. Karardaki temel vurgulardan biri tanıkları etkileme, delilleri yok etme. Bunlar yok edilebilecek deliller değil; tanıklar zaten gizli.
Talebi geri çekme dilekçenizde kinayeli bir dil kullanmışsınız. “...bir örneği adli emanette saklanan delillerin; müvekkillerce yok edilmeleri, gizlenmeleri ve değiştirmeleri yönündeki mahkemenizin endişesini paylaşmaktayız”, “Gizli tanık oldukları için kimlikleri de gizli olan tanıkların müvekkillerce baskı altına alınması, PKK/KCK örgütünün halen faaliyetlerine devam ediyor olması, müvekkillerin tahliye edilmeleri durumunda örgütün dağ kadrosuna katılabilecekleri yönündeki tespitler, sanık vekilleri olarak bizleri de endişelendirmiştir”, “Yoğun iş yükü altındaki yargıçların daha fazla mağdur edilmemesi için…” Bu da sık kullanılan bir dil değil galiba. Bir noktada sinirleriniz mi bozuldu, ne oldu?
Çeken bilir. Bakın tutukluluk koşulları ve şartları yasada tek tek sayılmış. Bunların da her kişi için ayrı ayrı sayılması gerekir. Müvekillerimizin suç nitelikleri farklı, sosyal statüleri farklı. Avukatlar, belediye başkanları, il meclis üyeleri, kadın faaliyeti yürütenler... Aralarında 60 küsur yaşında açık kalp ameliyatı geçiren, beyin ameliyatı geçirenler var. Total bir değerlendirmeyle ‘Bunlar dağa çıkabilir’ gibi bir gerekçe görünce hukukçu olarak isyan ediyorsunuz haliyle.
Ergenekon kapsamında tahliye olanların daha sonra ne yapacaklarına dair bir öngörüde bulunulmuş mu?
Öyle bir şey yok. Şunu söylemek lazım, müvekillerimiz her zaman dağa çıkma tercih hakkına sahipti. Dağa zaten çıkabilirlerdi ama
onlar sivil siyaseti seçti. Açıkyüreklilikle Ergenekon davasında da hukuksuzluklar yaşandığını söylüyorum ama bu tahliyeler için sanki hiçbir şekilde suça bulaşmamışlar, bazı hükümet çevrelerinin söylediği gibi bir kumpas var, aldılar, tuttular, şimdi de özür dileriz gibi bir algı var. KCK davaları Kürt siyasetinin sivil kanadını etkisizleştirme operasyonuydu. Kürtlerin boynuna paralel devlet diye bir günah koydular, öte yandan kendileri tıkır tıkır işlerini yürüttüler. Diyarbakır Adliyesi için söyleyeyim, özellikle Ağır Ceza Mahkemeleri’nin büyük kısmı bu yapıdan gelen insanlardan teşekkül etmiş. Gerçekten bir paralel yapı varsa, ki ben olduğuna inanıyorum, tümüyle tasfiye edilmesi gerekir. Yoksa dosyanın oradan oraya verilmesiyle adalet tecelli edemez. Son beş-altı yıldır alınan hakim ve savcılar bu yapının süzgecinden geçti. Üç- beş hakimin, savcının yerini değiştirmekle tasfiye olacak gibi değil.
Bülent Arınç, uygulamadaki bu eşitsizliği eleştirdi. Daha önce tutuklu milletvekilleri konusunda başta yaşanan çifte standartla ilgili de bir çıkış yapmıştı. Samimi buluyor musunuz?
Sonuçta bu davalar AK Parti-Cemaat çatışmasının olmadığı dönemde başladı.
Samimi bulmuyorum. Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz. Türkiye’de yargı maalesef hep gedik arama, temel hak ve özgürlükleri kısıtlama şeklinde işlemiş. Dolayısıyla düzenleme net, açık, yoruma ve takdire izin vermeyecek şekilde olmalı. Hükümetin böyle bir niyeti varsa yapılacak budur. KCK operasyonları bu konsorsiyumun ortak kararıyla başladı, uygulandı. Sonra öküz öldü, ortaklık bozuldu. Bugün söylenenlerin Kürtler açısından kıymetiharbiyesi yok.
Ortalığa dökülen telefon kayıtları, bir yapının temizlenip yerine diğerinin yargı hakimiyeti kurma gayretini önümüze koyuyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz, ne öngörüyorsunuz?
Bu meseleyi hükümet-Cemaat çatışmasından kurtarmak lazım. Tüm siyasi yelpazenin şapkasını önüne koyup düşünmesi gerekli. Hangi iktidar olursa olsun, bu yargı sistemiyle yürüme şansı yok. Belki on yıldan fazladır özellikle Kürt meselesi ve diğer temel meselelerin çözümünde yargının ayak dirediği net görülüyor. Hükümetin önerdiği, Meclis’te temsil edilen siyasi partilerin, onların seçeceği kişilerin HSYK’da, yüksek yargıda görev yapması bir yöntemdir. Bu model Avrupa’nın bazı ülkelerinde uygulanıyor. Ama Türkiye gibi demokrasiden uzak, oturmuş yargı kültürü olmayan bir ülkede riskler barındırıyor. Yoksa bu kişiler tasfiye edilecek, yerine şunu da söyleyeyim, buraları doldurabilecek sayıda hakim ve savcıları varsa ideolojik olarak hükümete yakın yargı bürokrasisi gelecek. Bu da risk.
Yargının her daim yapısal sorunları vardı, siyasallaşmaya meyilliydi. Son dönemde bunun ayyuka çıkışı, örneğin KCK tutuklularına yönelik çifte standarda dair kamuoyu tepkisini değiştirebildi mi? Yoksa Kürtlerin davalarına genel yaklaşım böylesi olağanüstü hallerden etkilenmiyor mu?
Bakın Kürtlerin çoğu, en azından Kürt hukukçular çevresi şunu dedi: Evet Ergenekon diye bir yapı var ama davada yanlışlar yapıldı, ilgisi olmayanlar da dahil edildi, mağdur edildi. Ama ben bugüne kadar Türk hukuk çevrelerinde mağdur edilen Kürtlere dair böylesi bir tartışma pek duymadım. Kimse yüzünü bu yana dönmüyor sormuyor. Bu ruhsal ve fikirsel olarak bir kopuş hali... Sürece etkisi konuşuluyor. Tabii ki olur. Süreç halkların ortak iradesi üzerinde yürüyecekse, buradaki insanlara şu duyguyu vermeniz lazım: Bu ülkede adalet herkese eşit uygulanır. Süreç olmasaydı, ayrımcı uygulamalar bu kadar rahat da atlatılamazdı. Açık söyleyeyim, insanlar sürece zeval gelmesin diye acılarını, eleştirilerini içlerine hapsetmişler. Bu Kürtlerde nasıl bir kırılganlık yarattıysa, aksini de diğer tarafta yaratmış. “Ettiler, buldular” ruh hali var. Gezi süreciyle bunlar biraz tartışılmaya başlandı ama maalesef tabana inemedi. Türkiye halklarının empatiye ihtiyacı var. Yoksa yasal değişikliklerle bir şeyin düzeleceğine inanmıyorum.
Serdar Ziriğ: Bu tam bir garabettir
Beş yıl dört aylık tutukluluktan sonra, KCK Ana Dava’dan bu yasa değişikliğiyle tahliye olan tek kişi Serdar Ziriğ. Şırnak KCK davasından da beş yıl sınırıyla tahliye olan iki kişi var. Geçen haftaki Batman KCK tahliyelerinin gerekçesi farklı.
Daha sonra tüm KCK iddianamelerine de dayanak teşkil ettiğinden Ziriğ’in ididanamesinin sembolik önemi var. Şu an Şırnak’ta ailesinin yanında olan Ziriğ, yasaların uygulanışına dair kaygılarına rağmen bu değişiklikle ciddi beklenti oluştuğundan bahsediyor. Tahliye talebinin ‘dağa çıkma’ ihtimaliyle reddi ise ‘garabet’ ona göre. “Bu arkadaşlarımızın çoğu daha önce de cezaevinde yatmış, çıkmış, her şeye rağmen demokratik siyaset alanında ısrarlarını sürdüren kişilerdir. Şimdi onların dağa çıkacaklarını söylemek tam bir garabettir.”
Ziriğ, 2009’da yapılanın demokratik siyaset alanına bir darbe olduğunu ve sorunu kangrenleştirdiğini düşünüyor. “Demokratik siyasetle çözüme inanmayanlar hâlâ var. Bu anlamda hükümetin de üzerine düşeni yaptığını düşünmüyorum. Bugün çözüm süreci yürüyorsa halkın desteği ve inancı sayesindedir. Ben de cezaevinden çıktım, üzerimize düşeni yaparak bu sürece destek vermeye devam edeceğim.” Özellikle gözlerinin önlerinde gün gün eriyen hasta tutuklu arkadaşları yüzünden her şeye rağmen tahliyesine sevinemediğini de ekliyor Ziriğ.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.