04 Aralık 2024
  • İstanbul8°C
  • Diyarbakır5°C
  • Ankara4°C
  • İzmir11°C
  • Berlin5°C

ÇÖZÜMDEN SİLAHA NASIL GEÇTİK?

Ali Bayramoğlu

02 Şubat 2016 Salı 10:22

Malum, Suriye'de Türkiye sınırının yanı başında bulunan ve bir Kürt yerleşimi olan Kobani şehrinin 2014 sonbaharında IŞİD güçleri tarafından kuşatılması Türkiye ile Kürt hareketi arasındaki “çözüm süreci dönemi'nin ilk büyük krizini oluşturdu.

Kobani krizinin altında yatan şuydu:

Suriye'de iç savaş ve merkezi denetimin kaybolması ülkenin kuzeyinde o bölgede yaşayan Kürtlere kendilerini yönetme imkânı vermiş, bölgenin Kürt siyasi örgütüyle iç içe olan Türkiye Kürt hareketine adım adım genişleyen yeni bir alan açılmıştı. Bu gelişme PKK'nin önündeki hareket alanını ve siyasi ufkunu önemli ölçüde kuşatmıştı. Kürt siyasi tahayyülü bu gelişmeyle pek çok açıdan, toplumsal, siyasal, hatta uluslararası bakımlardan ivme kazanmış, bunun yanında Türkiye'nin Güneydoğusu ile Suriye'nin Kuzeydoğusu toplumsal olarak doğrudan, siyasi açıdan dolaylı bir eklenme sürecine girmişti.

Doğal olarak bu durum Kürt hareketinin stratejisinde belirleyici bir unsur oluşturmaya, çözüm süreci tanımında Kürtler açısından adeta bir ön koşul olmaya yüz tutmuştu.

Buna karşılık Türk devletinin “iç ve dış Kürtleri birbirinden ayrı tutma politikası”, “Suriye'de herhangi bir Kürt siyasi entitesini kırmızı çizgi olarak görmesi”, sorunun çözümünü “milli sınırlar içinde demokratik entegrasyona olarak tanımlaması” bu yeni durum ile tezat oluşturuyordu. Taraflar arasındaki gerginlik artıyor, uzlaşmanın gerekleri ve katmanları çoğalıyordu. Siyasi iktidarın stratejisi ise hiç şüphe yok ki, Kuzey Suriye'deki gelişmelere karşı aşırı bir hassasiyet, Kürt koridorunu bir numaralı tehdit ve güvenlik meselesi olarak görme eğilimiyle yeniden şekilleniyordu.

Bu durumun çözüm sürecine ve Türk-Kürt ilişkilerine ilk faturası 6-8 Ekim 2014'de Türkiye'de yaşanan olaylarla çıktı. Bu olaylar çözüm sürecinin, Rojava meselesi yanında bir başka temel çelişkisinin daha ortaya çıkmasına yol açacaktır: Bu çelişki Türkiye Güneydoğu'sundaki siyasi egemenlik mücadelesidir.

Sokak hareketleri, PKK'nın militanları, milisleri ve halkı iç içe sokmak isteyen ayaklanma tipi eylemlerinden oluşan, 50 kişinin hayatına mal olan, devleti aşırı derecede zorlayan ve gözünü korkutan Kobani olaylarının (6-8 Ekim 2014) yarattığı güvensizlik, devletin stratejisinde önemli bir değişikliğe yol açtı. AK Parti olayların patladığı Ekim 2014'den itibaren “kamu düzeni” talebini özellikle dile getirecek, kamu düzenindeki kritik delikleri çözüm sürecinin esnekliğinin ya da suiistimal edilmesinin ürettiği bir mesele olarak görmeye başlayıp, bunu çözüm sürecinin devamının ön şartlarından biri kılacaktı. Kamu düzeninden asıl kasıt eylemlerdeki görüntü kadar, PKK'nın her tür “devletimsi” işlevden (adliye, zaptiye, maliye, tapu, vs.) uzaklaşması, gizli bir siyasi merkez kurmaktan vazgeçmesi, şehirlerin, kasabaların karar süreçlerinden çekilmesi olarak tanımlanabilir. Bu kavram siyasi iktidar tarafından bir egemenlik meselesi, devlete ilişkin varoluşsal bir mesele olarak tanımlanıyordu. Bu çerçevede siyasi iktidarın attığı ilk adım İç Güvenlik Yasa Tasarısı oldu.

Buna yanıt PKK'dan yaz ortasında, siyaseti geri iten, silahı öne çeken çok daha keskin bir hamleyle geldi.

Nitekim egemenlik ve alan kontrolü meselesinin açık çatışmalara dönmesi, PKK'nın fiili özerklik ilanlarıyla, Suriye'deki kanton modelini Türkiye'de uygulamaya koymasıyla, şehir savaşlarını başlatmış ve açık bir kopuşa yol açmıştır.

Bugün yaşanan gerek Türkiye'de, Cizre'de tüm tartışmalar gerek Cenevre toplantıları açısından yaşanan tüm gelişmeler aslında bu çerçevenin yan unsurları, sonuçlarıdır.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.