21 Kasım 2024
  • İstanbul13°C
  • Diyarbakır15°C
  • Ankara17°C
  • İzmir21°C
  • Berlin3°C

ÇÖZÜM SÜRECİ’NİN ‘SAHİCİ’ DİNAMİKLERİ VE BİR SORU

Cemil Ertem

09 Kasım 2014 Pazar 07:49

Bu hafta Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY), Türkiye üzerinden dünya piyasalarına gönderilen petrolün günlük 300 bin varile çıkarıldığı duyurdu.

IKBY Doğal Kaynaklar Bakanlığı’nın resmi internet sitesinde yapılan açıklamada, Ceyhan Limanı’nda dünya piyasalarına sevk edilen petrol miktarının yüzde 60 civarında artırıldığı da vurgulandı. IŞİD saldırısından hemen sonra yaz aylarında günlük sevkiyat 180 bin varil civarındaydı. IŞİD saldırısının bu bölgeye saldırısının temel amaçlarından biri de, Kürt Bölgesel Yönetimi petrolünün Türkiye üzerinden ticarileşmesini önlemekti. Şimdi, bütün olan bitene rağmen, bu sevkiyat 300 bin varile çıkmış durumda. Ancak, eğer IŞİD saldırısı olmasaydı bu sevkiyat ilk aşamada 400 bin varile sonra da 500 bin varile çıkacaktı.

Şimdi -gecikmeli olarak- bu yıl sonu 400 bin varil, 2015’in hemen başında da 500 bin varile ulaşması bekleniyor. Ama eğer IŞİD olmasaydı Irak Kürdistan Bölgesi’nde çok önemli bir gelişme daha olacaktı; IKBY, ayrılma hakkı için referandum sürecini başlatacaktı. Tam o tarihlerde Almanya, Kürtler’in Irak’ta ayrılma -kendi kaderini belirleme- hakkını kullanmasını sakıncalı buluyoruz diyerek buna, resmen -SDP’li Dışişleri Bakanı’nın açıklamasıyla- karşı çıkan ilk ülke oldu. Zaten şu sıralar ABD’li neoconlar -çok garip ama- Almanya’nın ağzının içine bakıyor ve bu uyarı onları da ayağa kaldırdı. Daha doğrusu IŞİD’i ayağa kaldırdı.

IKBY Doğal Kaynaklar Bakanlığı resmi internet sitesindeki açıklama şöyle devam ediyor: “Hükümetimiz, Kürdistan halkı adına anayasal hakkını kullanarak doğal kaynaklarının üretimini, gönderimini ve satışını gerçekleştiriyor. Kürdistan bölgesinden gönderilen petrol miktarı, 2014 Ocak ayından bu yana 34.5 milyon varildir. Bu oranın 21.5 milyon varili Ceyhan Limanı üzerinden satılmıştır. Geriye kalan miktar da tankerlerle yine Türkiye’nin Mersin ilinden gönderilmiştir.

Şu ana kadar satılan 710 bin ton petrolün karşılığı olan 2 milyar 100 milyon dolar nakit alınmıştır. Geri kalan petrolün bedeli olan 775 milyon dolar ise ayni olarak tahsil edilmiştir. Bunun 400 milyon doları nakliye ve üreticilerin komisyonu olarak harcanmıştır. Kürdistan hükümetinin eline geçen miktar bu süre içinde 1 milyar 700 milyon dolardır. Ayrıca daha önceki satışlardan da 500 milyon dolar gelir elde edilmiştir.” Şimdi yalnız 2014 yılının dokuz ayında bölge halkının -doğrudan- eline geçen rakam 2 milyar dolara yaklaşıyor. Burada doğalgaz ve artan petrol ihracatının tam kapasite olması halindeki meblağı düşünün... Tabii bunun ekonomik çarpan etkisi de var. Yani bu para bölge ekonomisine dahil olduğu zaman bütün sektörler hızla canlanacak ve halka doğrudan yansıyan bir büyüme gerçekleşmeye başlayacak. Bunun anlamı, Irak’ın tam Türkiye sınırından başlayarak hızla zenginleşmesi ve Türkiye ile ekonomik entegrasyonudur.

Bu, aynı zamanda, Kürtler’le Türkler’in üretim ve zenginlik temelli ilk tarihsel -eşit- ortaklığıdır. Yine bu, aynı zamanda, ‘çözüm sürecinin’ ekonomik maddi temeli anlamına gelir.

Erdoğan’ın tarihsel adımı

Çözüm sürecinin, yani Kürt Barışı’nın, ekonomik -sahici- olarak iki temeli vardır. Birincisi Türkiye’nin doğusundaki GAP Projesi’nin bölge halkı lehine yeniden düzenlenmesi -ki bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan 2008’de başlatmıştır.- İkincisi ise Kuzey Irak enerji kaynaklarının Türkiye üzerinden dünyalaştırılması.

Şimdi birincisine, Türkiye IMF ile 20. stand-by anlaşmasını yapsın diyen bütün çevreler karşı çıkmıştır. Çok açık söyleyelim ki, o tarihte Erdoğan, neredeyse partisi içinde bile, bu konuda yalnız kalmıştır.

IMF ile anlaşma olsaydı, GAP Eylem Planı dolayısıyla çözüm süreci olmazdı.

Bakın bunlar barışa karşıdır

Peki tam şimdi, çözüm sürecine, dolayısıyla çözüm sürecinin ikinci ekonomik ayağı olan IKBY denetimindeki kaynakların Türkiye tarafından dünyalaştırılmasına kimler karşı çıkıyor; biliyorsunuz, ama sayayım, Türkiye’den başlamak üzere: Paralel yapının bütün yazarları ve medyası, Türkiye’de geleneksel tekelci sermayenin denetlediği ve elinde bulundurduğu medya ve yazarları -bunların içinde ‘liberal ihtiyar’ ekip de var. Bunlardan bir tanesi IŞİD saldırısından önce şuna benzer bir şey yazmıştı; ‘ Türkiye, küresel ticaret hukukuna aykırı bir şekilde, Kürt petrolünün ihraç edilmesinde aracılık ederse başına çok şey gelir, çünkü bu bir korsanlıktır.’ Yani tam iki yüz yıldır bölgenin kaynaklarını yağmalamak korsanlık olmuyor, bu kaynakları bölge halkı lehine satmaya çalışmak -hem de serbest piyasa fiyatı ile- korsanlık oluyor.

Tabii bu yüzden Halk Bankası’nın 17 Aralık sürecinde başına gelenleri biliyorsunuz.

Devamla; bu kaynakların Türkiye tarafından dünyalaşmasına ve Kürt Bölgesi ile Türkiye’nin ekonomik entegrasyonuna dolayısıyla çözüm sürecine ‘dışarıda’ kimler karşı çıkıyordu; Almanya -resmen açıkladı- ABD neocon cephesi, İsrail... İsrail, aynı zamanda, Doğu Akdeniz ve Hazar kaynaklarının Türkiye denetiminde Avrupa’ya ulaşmasına karşı çıkıyor. İsrail, TANAP’ı önleyemedi ama Güney Kıbrıs ve Ürdün üzerinden Doğu Akdeniz kaynaklarının Türkiye denetimine girmemesi için her türlü dolabı çeviriyor.

Burada toplam petrol rezervi olarak 3.82 trilyon dolar, doğalgaz rezervi olarak da, 19.46 trilyon dolarlık -cari kıymetlendirme ile- bir zenginlikten bahsediyoruz. Bu, yalnız IKBY denetimindeki potansiyel zenginliktir.

Hem tarihi hem güncel soru

Bakın bu kıyamet ne zaman kopmaya başladı biliyor musunuz; tam 1918 yılında... İngiliz Genelkurmay Raporu’na şöyle girmiştir bu zenginlik; “Musul Vilayeti’nin 65 mil kuzey batısında Zaho yakınlarında, Musul’un 50 mil güneyinde Gayyare’de ve Gayyare’nin 50 mil güneyindeki El-Fatha arasında kalan Dicle’nin her iki yakasında zengin petrol sızıntıları olduğu ve bunun Almanlar ve Anglo-Persian Oil Company tarafından saptandığı...”

Lozan sırasında Atatürk, Musul -Misak-i Milli- için -yaklaşık olarak- şunu diyecekti; “Musul’u alabilirdik fakat Musul’u almak demek, bitmek bilmeyen bir muharebe olabilirdi ve bu yeni bir cepheydi.”

Türkiye, çok önemli bu cepheyi İngiltere’nin isteği üzerine açmamıştır.

Kavruk, içe kapalı, geçmişini inkar eden diktatörlükle yetinmiş ve kaybetmiştir.

Şimdi tam şimdi; “Aman cari ekonomi-politikalarına devam edelim; küresel sermayeyi kızdırıp yeni bir cephe açmayalım, kamu varlıklarını yok pahasına, batı sermayeli tekellere satalım” diyenlere tekrar soruyorum; aynı hatayı yapacak mısınız; bu ülkeyi de, bölgeyi de yeniden ateşe ve yoksulluğa atacak mısınız?

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.