30 Nisan 2024
  • İstanbul15°C
  • Diyarbakır17°C
  • Ankara21°C
  • İzmir23°C
  • Berlin24°C

ÇÖZÜM SÜRECİ’NDE GELİNEN NOKTA

Bayram Bozyel

20 Şubat 2014 Perşembe 11:11

Geçen yılın başında hükümetin MİT üzerinden İmralı’da hükümlü bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan ile kotardığı Çözüm süreci bir kez yoğun bir tartışma konusu. İlk başladığında sürecin yol açtığı beklentiler ile bugün gelinen nokta arasındaki makas haklı olarak sorgulanmakta.

Bilindiği gibi MİT’in Öcalan ile başlattığı görüşmeler sonucunda 2013 yılının başlarında önce bir grup BDP’li vekilin İmralı’ya gidip Öcalan ile görüşmesine olanak sağlanmış, ardından da BDP’li vekiller aracılığıyla Öcalan ile Kandil arasında bir diyalog kanalının işlemesine onay verilmişti. Hükümetin ‘Çözüm’ sıfatı ile nitelendirdiği sürecin ilk aşamasında silahlar susturuldu, 21 Mart tarihinde de Öcalan, PKK’ya silahlı güçlerini sınır dışına çekme çağrısında bulundu. PKK ise belli bir yalpalamaya rağmen Öcalan’ın çağrısına uydu ve güçlerini sınır dışına çekmeye başladığını duyurdu. Aradan birkaç ay geçmeden ve ne kadarının sınır dışına çekildiği anlaşılmadan PKK geri çekilmeyi durdurduğunu açıkladı. PKK’ye göre bunun nedeni hükümetin verdiği sözleri yerine getirmemesi, ‘diyalog sürecini müzakere aşamasına dönüştürmemesi’ydi. PKK, hükümet tarafından oyalandığını iddia ediyordu. Hükümet ise açtığı reform paketleri ile Çözüm sürecinin yolunda gittiğini ileri sürüyor, esas olarak PKK’nin mızıkçılık yaptığını dile getiriyordu. PKK ile hükümetin karşılıklı suçlamaları devam ederken ve ‘süreç ha koptu ha kopacak’ derken, Öcalan hükümete seçim sonrasına kadar süre tanıdığını ilan ederek kendince sürecin ayakta kalmasına fırsat sağladı.

Süreci kırılgan kılan nedenler

Peki, süreci böylesine kırılgan ve aradan bir yıl geçmeden tartışılır kılan nedenler neydi?

Bu konuda birinci sorun, Çözüm sürecinin tam olarak ne olup olmadığının hiçbir zaman anlaşılmaması. MİT İmralı’da Öcalan’la ne görüştü, neyin karşılığında ne vaat etti, bu konu ne hükümet ne de PKK tarafından kamuoyuna tam olarak hiçbir zaman açıklanmadı. Bu konuya ilişkin belirsizlik kamuoyunun sürece aktif olarak katılmasına ve tarafları çözüm yönünde zorlamasına engel oldu. Söz konusu belirsizliğin bir diğer sonucu ise tarafların kendilerini her hangi bir ilke ya da kurala bağlı hissetmeden istedikleri şekilde davranma konusunda serbest bırakmalarıydı. Başka bir ifade ile ortada hiçbir kurala, yol haritasına bağlı olmayan, net bir hedeften yoksun, tamamen keyfi işleyen bir süreç söz konusu.

Ama yine de somut gelişmelere bakarak hükümetin süreçten ne anladığını aşağı yukarı anlamak mümkün. Hükümetin bir çatışmasızlık ortamı istediği kesin. Hükümet, Öcalan eliyle bu amacını önemli oranda gerçekleştirmiş durumda. Şimdi yapmaya çalıştığı şey bu çatışmasızlık sürecini önce yerel seçimler sonrasına, daha sonra da genel seçimlere kadar uzatabildiği kadar uzatmak. Bunun için bir yandan MİT kanalıyla Öcalan’ı sürecin içinde tutmaya, öte yandan da onun üzerinden PKK’nin tekrar savaş çizgisine savrulmasına engel olmaya çalışıyor. Ya da PKK’nin savaşa dönemeyeceğinden emin olmanın verdiği rahatlıkla istediği biçimde davranıyor.

Bu tablo karşısında Öcalan ve PKK’nin ise fazla şansı yok gibi. Hükümetin başlattığı diyalog süreci her şeye rağmen Öcalan için önemli. Muhatap olarak alınması ve PKK ile diyalog kurabilmesine olanak sağlanması Öcalan tarafından bir imkân olarak algılanıyor. PKK’nin tekrar savaşa başlaması halinde bu pozisyonunu yitirerek tekrar gündemden düşeceği açık. Böyle bir seçenek karşısında Öcalan’ın bu haliyle de sürecin devamından yana tavır takınması anlaşılır bir durum.

Öte yandan dile getirdiği rahatsızlıklara ve savurduğu tehditlere rağmen PKK açısından da savaşa dönmek gerçekçi bir seçenek gibi görünmüyor. (Ayrıca savaş seçeneği arzulanır bir şey de değil ve bu satırların yazarı bakımından savaş hiçbir koşulda başvurulmaması gereken bir seçenek). Hükümetin oyalayıcı tutumuna karşın PKK mevcut çatışmasızlık ortamından fazla rahatsız değil ayrıca. Tersine siyasal hareket olarak bu koşullardan azami şekilde faydalanıyor. Hükümet tarafından dolaylı da olsa muhatap alınmanın yol açtığı meşruiyetten memnun. Çatışmasızlık ortamının yol açtığı güvenlikli ortamda silahlı güçlerinden siyasal örgütlenme yönünde azami düzeyde istifade ediyor. Çatışmasızlık ortamı AK Parti’ye seçimde ne kadar yarıyorsa, PKK de seçimde çatışmasızlık koşullarından o oranda faydalanıyor.

Kürt sorununa güvenlik eksenli yaklaşım

Daha önce de ifade edildi; silahların susturulması ve giderek tümden bırakılması bakımından MİT’in Öcalan’ı muhatap almasında yadırganacak bir durum yok. Sorun silahlar ve güvenlik konuları olunca bu ilişkide bir problem görünmüyor. Ancak söz konusu olan Kürt sorununun çözümü ve ülkenin demokratikleşmesi ise bu MİT’e bırakılacak ve İmralı’da gizli kapaklı çözülecek bir sorun değil. Çünkü Kürt sorunu 20-25 milyonluk bir halkın temel hak ve özgürlük sorunu, başka bir ifade ile bir halkın eşitlik sorunu. Bu ise son tahlilde bir siyasal sorun, giderek bir sistem ve anayasa sorunu. Kürt sorununun demokrasi ile olan ilişkisi ise ortada. Böylesine çok boyutlu bir sorunun çözümü ise MİT gibi bir istihbarat örgütüne bırakılamaz. Ve ayrıca bu sorunu gizli kapaklı bir adada salt Öcalan ile çözmeye yeltenmek ne kadar isabetli? Ülkenin yüzyıllık bir sorununun çözümünü MİT’e havale etmek, esasen hükümetin bu soruna nasıl yaklaştığının da bir göstergesi. Oysa Kürt sorununun muhatabı ne MİT ne de tek başına Öcalan olabilir. Sorun siyasidir, onu çözecek olan da siyasi aktörlerdir. Türkiye genelinde parlamento ve siyasi iktidar, Kürt tarafı adına da bu işin muhatabı Kürt siyasal partileridir. Kürt sorunu son tahlilde Türkiye toplumunun bütün kesimlerinin karşılıklı etkileşimi ve katılımı ile çözülebilecek bir sorundur. Çözüm sürecinin sakat yanlarından biri de söz konusu katılımcı ve şeffaf yöntemin izlenmiyor olmasıdır.

Cenazelerin gelmemesi her derde deva mı?

Öte yandan hükümet çevreleri son dönemde sürece ilişkin her eleştiriyi, ‘Cenazeler gelmiyor daha ne istiyorsunuz?’ klişesi ile kesmeyi bir alışkanlık haline getirdi. Cenazelerin gelmemesi neredeyse her derde deva olarak yansıtılmaya çalışılıyor.

Evet, Çözüm süreci başladığından bu yana silahlı çatışmadan kaynaklı insanlar ölmüyor, cenazeler kalkmıyor. Bu elbette çok önemli. Ne var ki Türkiye’nin son otuz yıllık çatışmadan bağımsız köklü sorunları söz konusu. Kürt sorunu ise bunların içinde en katmerli ve yakıcı olanı. Savaş ve çatışma ortamı ise söz konusu sorunun çözümsüzlüğünün doğurduğu bir sonuç. Savaşı ve ondan kaynaklı can kayıplarını her ne şekilde olursa olsun durdurmak hiç kuşkusuz önemli. Ama daha da önemlisi savaşa ve onca insani drama yol açan nedenleri ortadan kaldırmaktır. Bu ise Kürt halkına karşı yapılan tarihi haksızlıkları gidermekten, onun ulus olmaktan kaynaklanan temel haklarının iadesinden geçer. Gerçek çözüm, kalıcı barış böyle inşa edilebilir. Adalet kaidesine oturtulmayan, hak ve özgürlükler harcıyla yoğrulmayan bir barış her zaman kırılgan olmaya mahkûmdur. Salt silahların susturulmasına ve cenazelerin gelmemesine indirgenen bir barış en çok negatif bir barış tanımını hak edebilir ve kalıcı bir barışa giden yolda bir fırsat olarak değerlendirilebilir.

Çözüm süreci ile birlikte sonlandırılan çatışma ortamı son otuz yıllık bir sorun. Oysa Kürt sorununun 200 yıla kadar uzanan bir tarihi geçmişi var. Bir an için PKK’nin tek yanlı olarak silah bıraktığını düşünelim, bu Kürt sorununun otomatik olarak çözüldüğü anlamına gelebilir mi? Mesela cenazeler gelmiyor diye Türkiye’nin yeni bir anayasaya olan ihtiyacı ortadan kalkmış oluyor mu? Ya da cenazeler gelmeyince Kürt halkının ana dilde eğitim, yerinden yönetim, örgütlenme özgürlüğü gibi insani ve demokratik talepleri kendiliğinden çözülmüş mü oluyor? Soruyu tersinden de sormak mümkün. Acaba savaşı ve ölümü göstererek Kürt ve Türk halkaları haksızlığa, adaletsizliğe ve köleliğe rıza göstersin mi isteniyor?

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.