ÇÖZÜM SÜRECİNDE AKTÖRLER GÜVEN TELKİN ETMELİ
Bayram Bozyel
02 Ağustos 2013 Cuma 16:27
Bir süredir PKK çevresi ile hükümet sözcüleri arasında çözüm sürecine ilişkin ‘aşamalar’ etrafında artan bir polemik yaşanıyor. PKK, ‘birinci aşama tamamlandı artık sıra hükümete’ tutumunda ısrar ederken, AKP kanadı ise söz konusu aşamanın tamamlanmadığını iddia ederek bu durumu demokratikleşme konusundaki ayak diretmesine gerekçe olarak kullanmaya çalışıyor.
Söz konusu polemikten anlaşılacak birinci nokta, hükümet ile Öcalan arasında çözüm sürecine ilişkin aşamalara dayalı bir mutabakatın olduğu gerçeğidir. Her iki taraf da zaman zaman aralarında bir pazarlığın olmadığını iddia etseler de, ‘birinci aşama bitti- bitmedi’ etrafında yürüttükleri polemikle ilk iddialarını yalanlamış oluyorlar.
O halde yapılması gereken ilk şey, söz konusu mutabakatın içeriğinin ne olup olmadığının açığa kavuşturulması olmalıdır. Bu konunun açıklığa kavuşturulması öncelikle kamuoyuna karşı sorumluluğun gereğidir. Kamuoyundan saklanmış pazarlıklar üzerinden Türkiye’nin geleceğini belirleyecek bir kavgayı sürdürmek en azından ahlaki değil. Öte yandan bu konuda şeffaflık, kamuoyunun sürece katılımını sağlayarak onun sağlıklı yürütülmesi bakımından güvence oluşturur. Kamuoyunun devrede olması aynı zamanda mutabakatın tarafları bakımından bir baskı ve denetim işlevini görür. Açıklık, toplumun hem sürecin kendisine hem de aktörlerine ilişkin doğru tutum almalarını sağlar.
AKP’nin çözümden anladığı şey
Öte yandan silahların sustuğu mevcut ortamın Kürt sorununun çözümü için sunduğu fırsata her keresinde vurguda bulunuldu. Hem Türk kamuoyunda hem de Türk toplumunda sürece ilişkin ciddi bir destek söz konusu. Uluslar arası ortam hükümetin bu konuda işini kolaylaştıran nitelikte. Başka bir ifade ile hükümetin demokrasi ve Kürt sorununda köklü adımlar atmaması için ciddi bir engel görünmüyor.
Ne var ki söz konusu bütün elverişli faktörlere rağmen hükümet cenahında kayda değer bir hareketlilik görülmüyor. Yeni anayasa yapımının umutsuz bir vakaya döndüğünü bilmeyen yok. Daha da önemlisi ve kaygı verici olanı ise, mevcut çatışmasızlık durumunu kalıcı hale getirecek ve Kürt sorununun çözümüne ilişkin güven verici somut gelişmelerin görünürde olmaması.
Dağdakiler silahlarını alıp sınır dışına –sayılardan bağımsız olarak- çekildi, sorun çözülmüş mü oldu? O insanların ülkeye dönüp siyasal yaşama katılmaları için ne tür önlemler düşünülüyor? On binlerce insan dağda, cezaevinde ve Avrupa’da sürgün koşullarında yaşarken siyasal katılımdan söz edilebilir mi? Bunun için kapsamlı bir af olmadan çözüm sürecinde yol almak mümkün mü? Kapsamlı bir af düzenlense bile mevcut seçim ve partiler yasası ile Kürtler özgür ve demokratik siyaset yapma imkanlarına kavuşabilirler mi? Sayın Başbakan yakında yaptığı bir açıklamada seçimde yüzde on barajını kaldırmanın gündemlerinde olmadığını ifade etti. Oysa mevcut seçim barajı sadece Kürtler bakımından değil demokratik bir toplum için de ciddi bir ayıp. Türkiye, darbe rejiminin getirdiği bu tür demokrasi ayıplarından kurtulmadan Kürt sorununu çözebilir mi?
Yıllardır demokratikleşme paketlerinden söz ediliyor. Oysa demokrasi evrensel normlar içeren bütüncül bir sistem. Kürt sorunu da benzer şekilde farklı boyutlarıyla bütünlüklü bir çözümü gerektiriyor. Ne var ki hükümet bu alanlara ilişkin bütünlüklü bir perspektif ortaya koymak ve kararlı bir pratik sergilemekten uzak. AK Parti hükümeti dün olduğu gibi bugün de demokrasi ve Kürt sorununda perakendeci bir yaklaşım izlemekte, temel hak ve özgürlükler alanında gıdım gıdım, zamana yayılmış ve içeriğinden boşaltılmış bir hak iadesi yolunu tercih etmektedir.
Hükümetin çözüm sürecindeki söz konusu ayak diremesine bakarak, Kürt toplumunda, AK Parti’nin bu süreci taktiksel ve kısa vadeli seçim hedefleri için kullandığı yönündeki kaygıların bir kez daha depreştiğini tespit etmemek imkansız.
Bir topluma yapılacak en büyük kötülük herhalde onun umutlarıyla oynamak olmalı. Mevcut tutumuyla AK Parti hükümetinin, Kürt ve Türk toplumunun barış ve çözüm umutlarını boşa çıkartan bir yöneliş içinde olduğunu söylemek abartı sayılamaz.
Çözüm süreci savaş baskısı altında ilerletilemez
PKK’nin silahları susturup sınır dışına çekilme kararının çözüm süreci bakımından önemli bir fırsat sunduğu açık. Öcalan’nın 2013 Newrozunda ‘Silahlar sussun, artık siyaset dönemi…’ yönündeki açıklaması ise PKK açısından silahlı mücadeleye son vermek anlamında bir strateji değişikliği olarak algılandı. Hatta son döneme kadar PKK ve BDP çevrelerinden yapılan açıklamalarda, ‘AKP sözünde durmasa bile artık silahlı mücadeleye dönüş yok, demokratik yöntemlerle mücadeleye devam edeceğiz’ biçiminde doğru tespitler dile getirildi.
Peki, ne oldu da aradan 7 ay geçemeden PKK cephesinden ‘hükümete süre verme’ konusunda ültimatomlar uçuşmaya başladı? Bir PKK yetkilisi, ‘hükümetin 15 Ekim’e kadar adım atmaması halinde ateşkes bozulacak’ biçiminde sert bir açıklamada bulundu. Ardından Öcalan, uzun bir süredir kendisiyle yürütülen görüşmeler üzerinden işleyen süreçten geri çekilme tehdidinde bulundu. Şimdi sorulması gereken şey şu: Öcalan’ın Newroz’da strateji değişikliği dediği şeyin hükmü buraya kadar mı? Hükümet sözünde hemen durmadı diye Türkiye yeniden o dipsiz savaş ve karanlık koridora mı girecek? Barışçıl demokratik siyaset sabrı denen şeyin sınırı bu mu? Oysa otuz yılda sonuç vermemiş bir savaşın uzatmalarından sonuç beklemek akla ziyan. PKK bu açıklamalarla gerçekte savaşa dönmeyi değil de hükümet üzerinde baskı kurmayı mı amaçlıyor? Ama bu bile sürecin ruhunu tahrip etmek için oldukça tehlikeli. Unutulmamalı ki bu sürecin çökmesi için avucunu ovarak pusuda bekleyen güçler az değil. PKK’nin bu türden tehditvari her çıkışının, süreci bitirmek için fırsat kollayan çözüm karşıtlarını inanılmaz derecede cesaretlendirdiğine kuşku duyulmamalı
Savaş ve şiddet yönündeki çağrıların çözüm süreci etrafında kenetlenen kamuoyunun kafasını karıştırdığına şüphe yok. Toplum, bir kez daha hem hükümet hem de PKK tarafından yanıltılmış olmanın düş kırıklığını taşıyacak durumda değil.
Evet, hükümet üzerinde ciddi bir demokratik baskı kurma ihtiyacı ortada. Ancak böyle bir baskı, şöven çevrelerin dört gözle bekledikleri savaş ültimatomlarıyla sağlanamaz. Tersine Gezi Parkı deneyiminde olduğu gibi, yılardır savaş iklimi nedeniyle baskılanan ama artık daha rahat açığa çıkabilecek demokratik kamuoyu baskısı ile bunu gerçekleştirmeli. Önce Kürtler ulusal demokratik meşru hakları etrafında geniş bir ağ oluşturmalı. Buna demokrasiden, barıştan, özgürlükten yana Türkiye’nin en geniş katmanlarını da katarak hükümeti çözüm yönünde zorlamanın yolarını denemeliyiz.
Gelinen aşamada hiç kimsenin Kürt halkının hak ve özgürlük talebini duymazlıktan gelmesi mümkün değil. Kürtler güçlerini meşru duruşlarından aramalı, onca yıl denenmiş silahlı mücadeleden değil.
Hele de bölgeye ve dünyaya özgürlük ve barış mesajımızı vermek için tarihi bir Kürt Ulusal Kongresi toplamanın eşiğinde iken.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.