22 Kasım 2024
  • İstanbul8°C
  • Diyarbakır6°C
  • Ankara12°C
  • İzmir16°C
  • Berlin1°C

ÇÖZÜM SÜRECİ BU NOKTAYA NASIL GELDİ?

Bayram Bozyel

12 Kasım 2014 Çarşamba 11:39

Hükümet, 6-8 Ekim olaylarından sonra HDP ile yürüttüğü rutin görüşmeleri durdurdu. Buna bağlı olarak HDP’nin İmralı’ya gerçekleştirdiği ziyaretlere son verdi. PKK yetkilileri ise hükümete dönük eleştiri dozunu artırdı. Türkiye’nin bir savaş ya da darbe tehdidi ile karşı karşıya bulunduğuna ilişkin analizler ortalıkta uçuşuyor.

Söz konusu olumsuz gelişmelere ve tırmanan gerilim atmosferine karşın, hükümet yetkilileri Çözüm süreci’nin devam ettiği konusunda ısrar ediyor.

Toplumda ise Çözüm süreci’ne ilişkin güvensizlik had safhada. Çünkü Çözüm süreci başladığında vaat edilen adımların hiçbir atılmadı. PKK güçlerini sınır dışına çekecekti, çekmedi. Silahlar bırakılıp dağdakiler siyasal sürece katılacak, süreç normalleşecekti. Bunlar gündem konusuna bile dönüşmedi.

Geçen yılın ortalarından itibaren hükümet ile PKK arasında eksilmeyen bir gerilim söz konusu. Hükümetin HDP ve İmralı ile yürüttüğü görüşme trafiği de söz konusu tansiyonu düşürmeye yetmedi. Geçen zaman içinde (6-7 Ekim olayları yaşanmadan önce) tırmanan gerilime bağlı olarak onlarca sivil ve asker yaşamını yitirdi. Başka bir ifade ile sürecin yalpalaması yeni değil. Esas olarak daha önce de pamuk ipliğine bağlıydı ve ağırlıklı olarak hükümetin tek yanlı çabalarıyla ayakta tutuldu. Bu denli kırılgan bir yapıya sahip sürecin, onu bekleyen mukadderattan kaçması kolay değildi.

Gerçek şu ki, PKK çekilmeyi durdurduğu zaman Çözüm süreci de durmuştu. Ama bu bir türlü kabul edilmek istenmedi. Hükümet, HDP ve PKK kanadıyla diyalog kanallarını açık tutarak en azından sürecin çatışma ortamına dönüşünü engelledi ve böylece toplumdaki çözüm beklentisini korudu. Hükümet, geçen dönem boyunca varlığını Çözüm süreci’ne dayandırdı, süreç siyaseti yaptı ve ondan nemalandı. Çözümün adı bile hükümete yetiyordu. Hükümetin tek amacı çatışmasızlık durumunu korumaktı. Çatışmasızlık ortamını koruduğu oranda toplumsal desteği arkasında tutuyordu.

AKP, çözüm sürecine oldukça sığ ve faydacı yaklaştı. Söz konusu yaklaşımla, sorunu çözmek yerine günü (siz seçim olarak okuyun) kurtarmaya çalıştı. PKK’nın tutumu da bundan farklı olmadı. Hükümetin çatışmasızlık konusundaki zafiyetini kendisi için bir fırsata dönüştürdü. Bölgede gücünü tahkim ettirdi. Öcalan’ın 2013 Nevroz açıklamasının ruhuna aykırı bir biçimde şiddeti sürekli öne çıkarttı.

Tarafların bu denli sığ hesaplar üzerine inşa ettiği bir sürecin daha baştan yola sakat çıktığı açıktı. Böyle bir sürecin sürdürülemez olduğunu görmek için 40 insanın yaşamını yitirmesi gerekmiyordu.

Hükümete yakın bazı kalemler ise olup bitenleri sürecin doğasından kaynaklanan sorunlar olarak yorumlamayı tercih ediyor. Türkiye’de yaşanan her olumsuz gelişmeyi haklılaştırmakla kendilerini görevli sayıyorlar.

Ama durum onların sandıklarından oldukça farklı.

Kürt sorunu gibi yüzyıllık bir ulusal sorun, küçük hesaplara, parti çıkarlarına feda etmeye gelmez. Böyle bir sorunu çözmeye yönelik her süreç belli ilkesel zeminler üzerine oturtulmak zorunda. Kürt sorununun doğasını kavramayan, onun çözümünü eşitlik perspektifine oturtmayan hiçbir yaklaşımın başarı şansı yoktur. Silahları susturma girişimleri için de benzer bir durum geçerli. Silahları, Kürt sorunu ile bağlamından kopartarak ortadan kaldırmak zor.

Gelinen aşamada tek başına silahları susturmaya odaklanmış bir yaklaşımla ne silahlar susturulabilir ne de Kürt sorunu çözülebilir. Ancak Kürt sorununun kalıcı ve adil çözümünü esas alan bir süreç, silah sorununu tümüyle ortadan kaldırabilir.

Böylesine ilkesel bir zeminden, Kürt sorununda eşitlikçi çözüm perspektifinden yoksun olduğu için Çözüm süreci akamete uğradı. Kobanê olayları olmasaydı da sürecin bir yerde çökmesi kaçınılmazdı.

Gelinen aşamada yapılacak şey Çözüm süreci’ni yeniden gözden geçirmektir. Yeniden dizayn edilecek bir süreç Kürt sorununun çözümünü esas almalı. Çözümün aşamalarını açık seçik tanımlamalı. Nihai hedefi çok net bir biçimde ortaya koymalı. Kürt sorununda barışçıl ve eşitlikçi çözüm mutlaka yeni bir anayasa ile taçlandırılmalı.

Böyle bir sürecin muhatabı bütün farklılıkları, katmanları ve renkleri ile Kürt halkıdır. Eğer Kürtler ve Türkler bir arada yaşayacaksa ve bu eşitlik temelinde olacaksa, bu işin bir tarafı da Türk halkı olacaktır.

Silahların susturulması, böyle bir sürecin işletilmesi bakımından son derece önemli. Silahların sustuğu bir ortamda Kürt sorununa siyasal çözüm bulmak görece kolay olur. Silah konusu ile Kürt sorunu elbette farklı konular. Ancak aralarında çok yakın bir ilişki var. Silahların susması Kürt sorununun çözümünü kolaylaştırabilir. Kürt sorununun çözümü yönünde oluşacak pozitif bir iklim ise silah bıraktırmayı hızlandırabilir. Bu konuda da muhatap elbette silahları ellerinde bulunduranlar olacak.

Bütün aksi iddialara, tehdit ve savaş tamtamlarına rağmen Türkiye’nin önünde tek bir çıkış bulunuyor. Yaşanmakta olan tıkanıklığın alternatifi savaş, yeniden çatışma ortamı değildir. Toplum savaş istemiyor. Savaşın AKP ve PKK’ ye de bir yararı yok. Çıkış, Kürt sorununda yeni bir başlangıç yapmaktan geçer.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.