21 Kasım 2024
  • İstanbul7°C
  • Diyarbakır12°C
  • Ankara16°C
  • İzmir19°C
  • Berlin2°C

ÇOK KUTUPLU DÜNYANIN MUHTERİSLERİ (2)

Bayram Bozyel

24 Eylül 2020 Perşembe 12:48

Geçen yazımda ABD ve SSCB ekseninde kutuplaşan soğuk savaş dünyasının katı, keskin ve donmuş uluslararası denkleminden söz etmeye çalıştım. Her iki tarafın sahip olduğu dehşetengiz nükleer silahlar dünyayı birçok kez moloz yığınına dönüştürecek seviyedeydi ve bu durum ABD ve SSCB’nin başını çektiği iki blok arasında yarım yüz yıl boyunca doğrudan bir savaşın çıkmasını engelledi. Başka bir ifade ile hassas dengelere dayanan uluslararası denklem paradoksal olarak dünya genelinde istikrarlı ve sürdürülebilir bir düzen sağlamıştı.  

1991’de Sovyetlerin dağılması ardından on yıl boyunca ABD tek süper güç olarak rakipsiz kalmış ve bu durum bazı çevreler tarafından “tarihin sonu” olarak ilan edilmişti.

Ne var ki ABD’ye ilişkin bu öngörüler uzun sürmedi ve bir dönem sonra ABD içerde ve dışarda kendi yapısal açmazlarıyla karşı karşıya kaldı.

Gelinen aşamada birden çok güç odağının küresel liderlik yarışına katıldığı çok kutuplu bir dünya söz konusu.

ABD hala birçok alanda rakipsiz görünse de uluslararası liderlik konusunda kararsız ve dağınık bir durumda. Çin, ABD ile küresel iktidar hiyerarşisinde iddialı bir rekabet içinde, ancak o da sistemik ve yapısal sorunlardan muzdarip. Rusya hala süper güç iddiasını sürdürse de siyasal ve ekonomik olarak eski gücünden çok uzak. AB, uluslararası rol oynamak bakımından gerekli iktidardan yoksun. Japonya ve Hindistan’ın her biri önemli küresel oyuncu olmakla birlikte tek başlarına uluslararası denklemi etkileme şansları yok.

Çevre ’den dünya sahnesine çıkanlar

Konumuz bakımından ve Türkiye’nin son dönem yayılmacı ihtiraslarının anlaşılması açısından altı çizilmesi gereken nokta şu; Küresel güç dağılımındaki mevcut parçalanma ve istikrarsızlık ve ayrıca kapitalist sistemde yaşanan bazı gelişmeler Türkiye gibi ülkelere uluslararası arenada öne çıkmak için fırsat ve boşluklar sunuyor. Türkiye’nin yansıra, Brezilya, Endonezya, Güney Afrika, Malezya, Meksika, Nijerya ve Güney Kore gibi ülkeleri de bu kategoride değerlendirmek mümkün

Söz konusu ülkeleri tanımlamak için iki kavram ön plana çıkmaktadır. Birincisi Brezilyalı iktisatçı Ruy Mauro Marini’nin 1965’te ortaya attığı “alt-emperyalizm” kavramı, ikincisi de I. Walerstein’in geliştirdiği merkez-çevre analizinin devamı olan yarı-çevre kavramıdır. Bu her iki kavram da kapitalist sistem içinde (nüfus, ekonomik büyüklük, askeri güç ve coğrafi konum gibi) bazı özelliklere sahip ülkeleri tanımlamak için kullanılmaktadır. Bu gruptaki ülkeler için kimi zaman bölgesel güç kavramı da kullanılmaktadır. (1)

Merkez- çevre analizi dünyayı ileri kapitalist merkezler ve ona bağımlı çevre ülkeler olarak tasnif etmektedir. Konumuzda söz konusu kategoriye giren ülkeler ise hem merkez hem çevre ülkelerin niteliklerini taşımakta ve bulundukları bölgelerde çevre ülkeler ile merkez ülkeler arasında aracı bir rol oynamaktadırlar. İlhan Özgel’in yerinde ifadesiyle çevrenin içinden sivrilen bu ülkeler böylece sistemin daha etkili çalışmasını sağlıyor ve bölgesel jeopolitiğe katkıda bulunuyorlar. (2)

Bahsi geçen ülkelerin küresel planda ön plana çıkmasında etkili olan iki gelişmeden söz edilebilir. İlki, batı kapitalist merkezlerdeki emek yoğun ve çevreyi kirleten sektörler çevre ülkelere kaydırıldı, Batılı merkezler sermaye yoğun yüksek teknolojili ürünlere yöneldi. İkincisi 2008 krizinden sonra ABD tarafından uygulanan parasal genişleme politikasıyla düşük faizle dolara ulaşma imkânı arttı. Bunlar adı geçen ülkelerde büyümeyi hızlandırdı.

Başka bir ifade ile kapitalizm 2000’lerden sonra küreselleşme sürecinin de etkisiyle çevre ülkelerde büyümeyi hızlandırdı. Söz konusu ülkelerin ihracatlarında sanayi ürünlerinin payı arttı. Hatta kendi çaplarında sermaye ihraç edebilecek seviyeye geldiler.

Bu kapsamdaki ülkelerin bulundukları bölgelerde üstlendikleri siyasi ve askeri rol ise alt-emperyalist kavramıyla tanımlanmaktadır.

Alt-emperyalist ülkenin özelliği bölgesel konularda sorumluluk alması, merkezin yükünü hafifletecek siyasal ve askeri işlevleri yerine getirmesidir. ABD için, belli çizgiler içinde kalmak şartıyla bu tür ülkelerin güçlü ve istikrarlı olması tercih edilir. ABD’nin “eksen ülke” olarak tanımladığı söz konusu ülkeler zamanla ABD karşısında belli bir pazarlık gücüne ulaşmaktadırlar. Başka bir ifade ile adı geçen bölgesel güçlerin dış politikada özerklikleri artmakta, merkeze kafa bile tutabilmektedirler. Bunun bir nedeni de Sovyet tehdidinin ortadan kalkmış olmasıdır. Sovyet tehdidinin kalktığı bir düzlemde yarı-çevre bir ülkenin örneğin ABD ile rekabeti kapitalist batı sistemi açısından ciddi bir risk oluşturmamaktadır.

Öte yandan söz konusu ülkelerin ABD’ye karşı zaman zaman Çin ya da Rusya’yı dengeleyici olarak kullandıkları görülmektedir. Burada altı çizilmesi gereken nokta; bu tür ülkelerin dış politikadaki özerkliklerini kendi iç kamuoyuna anti-emperyalist bir duruş olarak göstermelerine karşın, son tahlilde bunu emperyalist paylaşımdan daha fazla pay almak için kullanmalarıdır.

Örneğin Türkiye Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya’yı ekonomik olarak domine etmeye çalışırken, Brezilya Afrika’yı kendi ekonomik egemenlik alanı olarak görmekte, buralara mamul ürün satıp hammadde satın almaktadır.

Türkiye’nin küresel sistemdeki konumu

Bu genel çerçeveden bakınca Türkiye’nin yarı-çevre ve alt emperyalizm kavramına uygun bir ülke olduğu görülür. Türkiye’nin küresel sistemdeki konumu literatürdeki yarı-çevre ve alt-emperyalist tanımlarına tümüyle uymaktadır. Öte yandan Türkiye’nin Osmanlı’dan devraldığı sömürgeci bir devlet politikasının olduğunun altı çizilmelidir.

Türkiye’nin sömürgeci konumunu daha sonra tartışmak üzere, onun küresel sistemdeki rolünün anlaşılması bakımından iki parametreye bakmakta yarar var. İlki ekonomik açılım, ikincisi üstelendiği bölgesel askeri misyon.

Bugün Türkiye Irak, Suriye, Libya, Mısır, Gürcistan, Kosova ve kimi Afrika ülkeleriyle yoğun ekonomik ilişkiler içinde bulunmakta ve bunlarla yaptığı dış ticaretinde fazla vermektedir. Oysa aynı Türkiye merkezi kapitalist ülkelerin hepsiyle dış ticaretinde açık vermektedir. Savaş döneminde bile Libya’ya ihracat devam etmiş, Mısır’la yaşanan sorunlara rağmen bu ülkeyle ticari ilişkiler kesilmemiştir.

Türkiye’nin söz konusu ekonomik yayılması merkezi ülkeleri rahatsız etmez. Çünkü bu bölgeler çoğu zaman batılı merkezler için cazip değildir. Onlar yatırımlarını farklı alanlara yapmaktadırlar. Ayrıca Türkiye’nin bu ticaretten elde ettiği artı değer son aşamada borç vs. mekanizmalarla merkeze akmaktadır.

Öte yandan ABD’nin eksen ülke olarak tanımladığı Türkiye’den bölgesel sorumluluk üstlenmesini istediği, 2000’li yılarda Büyük Ortadoğu Projesi adı altında Türkiye’ye Müslüman dünyasında rol model misyonu yüklediği biliniyor. NATO’daki yükümlülükleri gereği Bosna ve Afganistan’a asker gönderen Türkiye bugün Irak, Suriye ve Libya’da kapsamlı bir askeri güç bulundurmaktadır. Burada önemli nokta, Türkiye’nin asker bulundurduğu ülkelerin ABD’nin askeri operasyon gerçekleştirdiği ülkeler olması ve bunun bir dereceye kadar ABD’nin onayı dahilinde gerçekleştirilmesidir. ABD, Irak’ta İran’ın varlığını dengelemek için Türkiye’nin askeri varlığını tercih etmekte, Suriye ve Libya’da Türk askeri gücünü Rusya’yı dengeleyecek bir unsur olarak görmektedir.

Son dönemde PYD ya da Kürt faktöründen kaynaklanan ayrışma ayrı tutulursa, Türkiye’nin sürecin başından itibaren ABD’nin onayı ve iş birliği ile Suriye’ye müdahale ettiği bilinmektedir.

Özetle Türkiye soğuk savaş sonrasında bölgesel düzeydeki ekonomik, siyasi ve askeri etkinliğini hızla artırmakta, bu misyonunu büyük ölçüde ABD ve batı sisteminin bir parçası olarak yerine getirmektedir. Ancak giderek artan ekonomik, askeri, siyasi gücü ve uluslararası denklemdeki kararsız durum onun özgüvenini artırarak emperyal hırslarını kamçılamaktadır. 
Devam edecek…


  1. Immanuel Wallerstein Dünya Sistemleri Analizi Bir Giriş 2018 bgst Yayınları
  2. https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/06/29/turkiyenin-emperyalizmle-imtihani/
Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.