ÇOĞULCULAŞAMAYAN ÇOĞULLUK
Nabi Yağcı
03 Eylül 2011 Cumartesi 19:13
Türkiye’de yaşadığımız derin değişim süreçleri sonucu dün çeperde, kenarda duran siyasi cereyanlar merkeze yürüdüklerinde talep ve beklentileri farklılaşmış çoğulculaşmış bir kamuoyuyla karşılaştılar. İslam ve Kürt siyasetlerinin rolü olsa da bu çoğulculaşma yalnız onların eseri değil, onları da saran derin değişim dalgasının bir sonucuydu. 2002’den bugüne acaba siyasi muhalefet bu çoğulculuğu kucaklamayı başarabildi mi? Yoksa yalnızca çoğulluğa yaslanan siyasetler olarak mı kaldı?
İşte problemimizin merkezine oturan soru bu.
En geniş kamuoyuna sahip olan kuşkusuz İslami hareket ve onun içinden çıkan AK Parti’dir. Pek çok farklı eğilimi birleştirebiliyor. Kökleri daha öncelere, İttihat Terakki’ye kadar uzansa da pratik siyasi proje olarak 12 Eylül askerî rejiminde yükselen Türk-İslâm sentezi değil bu. Bu proje başarılı olamamıştır. Zira bu projede hâkim öge Türklük olacaktı, İslam unsur ise onunla eklemlenecek unsurdu. Bu tez Osmanlı üstüne yanlış analizden çıkıyor. Osmanlı’da Türklük, ne manevi ne maddi olarak böylesi birleştirici etki gücüne hiçbir zaman sahip olmamıştı. Osmanlı bir ulus-devlet de değil çok kültürlü, çok etnisiteli, çok dinli, çok dilli bir çoğul topluluklar imparatorluğuydu.
Kemalist Türk devleti Sünni İslam’ı devletin resmî dini olarak merkezîleştirdi, böylece dini devletleştirdi ve ama Türkleştiremedi. Öyle olunca devletleştirme işlemi de sonuçlanmadı. Sünni İslam muhalefet pozisyonunu terk etmedi. Sonunda AK Parti’yi iktidar yaptı.
AK Parti bugün yalnızca İslamcılık motivasyonuyla hareket etmeyen ya da çıkar ve beklentileri bundan ibaret olmayan çoğulcu bir kamuoyuna dayanıyor. AK Parti bunun farkında olarak son seçimler öncesinde başta Kürtler olmak üzere farklı kesimlere açılmaya çalıştı. Alevi çalıştayları yaptı, değişik aydın çevreleriyle biraraya gelindi. Bu çabalar belli sonuçlar doğurduysa da sonuç alıcı olamadı.
Neden olamadı?
Çünkü AK Parti kendi dışındaki farklılıkları kendi etrafında, kendi hegemonyasında tutmaya yöneldi yani onları kendi siyasetine eklemlemeye çalıştı. Bu anlayış bizde, sağ olsun sol olsun siyaset anlayışına sinmiş, bir bakıma asimilasyoncu denebilecek bir anlayıştır.
Oysa kamu alanı kesin inançlıların alanı değildir. Kanılar, önyargılar, duygularla örülü karmaşık bir alandır. Genel çıkarlarla, özel çıkarların; önyargılarla, akla (eleştiriye) dayalı yargıların sürekli etkileşim içinde olduğu bir alandır. Dolayısıyla kamuoyu dendiğinde de kesinleşmiş tercihler alanı değil ancak belirli bir hava, atmosfer, belirli ruh hali anlaşılmalı. Kısaca hem etkileyen hem etkilenmeye açık toplulukların kulağı, sesi, sözü demek kamuoyu.
Üç dönemdir iktidar olan AK Parti özellikle son dönemde, İslamcı hareketlerin tarihsel muhalefet ruhuyla çelişen devletçi refleksler göstermeye başladı. Bu durumun nedeni olarak yalnızca Kürt sorununun varlığı gösterilemez, tek başına ve muhalefetsiz iktidar olmak esas nedendir. İktidar olmak, iktidar nimetlerini paylaşma dürtüsü zaten muhalefet ruhunu törpüler ve tüketir.
AK Parti’nin dayandığı ve seslendiği, liberal demokratlardan, muhafazakâr demokratlara, milliyetçilere kadar uzanan farklılaşmış geniş kamuoyunun sesi, yukarı yani parti merkezine doğru daralan bir hiyerarşi içinde kayboluyor. Tepe siyasetinde farklı sesler neredeyse yok gibi.
Sonuç olarak görünen o ki, AK Parti, dayandığı çoğulcu kamuoyunun beklentilerini kucaklayabilecek çoğulcu bir siyaset ortaya koymayı başaramıyor. Başbakan’ın konuşmalarındaki zikzaklar hem bu boşluğun ürünüdür hem de bu boşluğu doldurma çabalarının. Bazen farklılıkları kucaklayıcı, hoşgörülü oluyor, bazen ise dışlayıcı ve otoriter.
Siyasetini kendi kamuoyunun hassasiyetlerine göre çoğulculaştıramayan, bu dinamizmi kendi içine, siyasetine taşıyamayan bir siyasi merkez tek tipleşmeye kayar. Giderek farklı renkler içinde hâkaim rengin etkisi altına girer. Tarihsel olarak hâkim renk bizde devlet olmak, devlet imkânlarını kullanarak kendi bürokrasisini oluşturmak ve böylece “devlet sınıfı” olmaktır.
Sembolik bir örnek verecek olursam, AK Parti “türbana özgürlük mü, devlet olmak mı” gibi bir ikilemle karşı karşıya kalsa dünden farklı olarak bugün büyük olasılıkla türbana özgürlüğü değil devlet olma imkânını seçer. AKP şeriat getirecek diye yeri göğü inletenler bile bunu görmeye başladılar artık.
AK Parti’de giderek kendini duyuran şey, çoğulculaşan kamuoyları buna karşın daralan siyaset, yani “çoğulculaşamayan çoğulluk” sendromu Kürt siyasi hareketinde de görülüyor. Ona da bir göz atalım.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.