23 Kasım 2024
  • İstanbul4°C
  • Diyarbakır18°C
  • Ankara18°C
  • İzmir15°C
  • Berlin4°C

ÇOCUKLAR VE KAN SİYASETİ

Ayşe Böhürler

25 Haziran 2011 Cumartesi 10:45

Herkesin PKK dağdan inmeli dediği bir zamanda "bu dağdakiler kim" sorusu çok daha fazla önem kazanıyor.

Yayınlandığı zamanlarda okuma fırsatı bulamadığım Bejan Matur'un "Dağın Ardına Bakmak" isimli kitabını ancak tatilde okuma imkânı bulabildim. Hepsi birbirinden çarpıcı insan öykülerinden etkilenmemek mümkün değil. Dağdakileri genel tanımlamaların dışında tek tek insan olarak, bir annenin evladı, bir eş, bir baba, bir çocuk, bir kadın, bir erkek olarak tanımak, konuya insanlık ortak paydasından bakmak çözüm için hepimizin ortak anahtarı olmalı.

Bejan'ın içerden ama objektif olmayı da başaran anlatımıyla dağdakilerin hikayelerini okurken, gündeme gelen YSK'nın Dicle kararına da, BDP'nin Meclis'i boykot kararına da tepki duymaktan kendimi alamadım.

Dağdakilerin çoğunluğu yaşları 14-20 arasında değişen çocuklardan, gençlerden oluşuyor. Dağa çıkma yaşı her geçen gün düşüyor. Çocukluk ve ergenlik arasında bir çocuğa dağa çıkma kararı verdiren sebepler üzerinde hepimizin düşünmesi gerekiyor.

Dağdakilerin hikâyelerinde yaşanmamış çocukluk, anne-baba hasreti var.

Dağda ortalama ömür süresi ise 3 yıl. Yani dağa çıkarken hepsi biliyor ki en fazla üç yıl yaşayabilirler. Kimi dağa çıkar çıkmaz bir ay içinde hayatını kaybediyor, kimi de zamanla ölümle buluşuyor. Dağa çıkarken kimi halaylı zurnalı alaylarla uğurlanıyor, kimi ailesinden gizli katılıyor dağdakilerin arasına. Genellikle dağa çıkarken en yeni elbiselerini giyiyorlar, köye gelen bir minibüs onları alıp götürüyor.

Matur'un kitabında anlatılan hikâyeler arasında en çok dikkatimi çeken, hepsi kan ve barut kokusunun karışması ile ortaya çıkan durumu tahammül edilemez buluyor.

Eğitimleri üç ay içinde tamamlanıyor.

Bu süre zarfında şanslı iseler ölüm ile buluşmuyorlar. Duygularını göstermeleri yasak, aşık olmak yasak, korkuları ile baş etmek zorunda kalıp ölmeyi ve öldürmeyi öğreniyorlar.

Anneler cezaevine düşen çocuklarına şanslı gözü ile bakıyorlar. Hayatta kalma sürelerinde uzama şansı olduğu için. İşkencelere rağmen dağdakiler de cezaevlerini eğitimlerinin tamamlayıcı bir parçası olarak görüyorlar. Kolej olarak tanımlıyorlar.

Aralarındaki hiyerarşi ödedikleri bedele göre değişiyor. C çıkışlılar, yani cezaevi çıkışlılar partide ön planda. Ardından, çocukları dağda ölme sayısına göre ailelere değer veriliyor. Kan bedeli kısaca. Kimin ne kurban verdiği hayatını ne ölçüde vakfettiği liyakat sistemine göre belirleniyor. Parti içinde Stalinist bir disiplin hakim. Katı ve acımasız. İnfazlardan konuşmuyorlar. Ama bir kez dağa çıkıldı mı artık örgütten başka bir hayat kurmanın mümkün olmadığını da biliyorlar.

Dağda en çok annelerini, annelerinin ekmek kokusunu özlediklerini söylüyorlar. Annelerinin onlar girebilsin diye bahçe kapılarını açık bıraktıklarını biliyorlar. Çok özlediklerinde annelerini görmek için haber saldıklarını söylüyorlar.

Yanlarında ağır yaralanan arkadaşlarını bırakarak yaşayabilirler ancak. Aşırı merhamet yasak. Kendilerinin de yaralanırlarsa ölüme terk edileceğini biliyorlar. En çok ölen arkadaşlarının anıları onları dağlarda tutuyor. Anılarının ruhlarında açtığı yaraları onarmadan onları dağdan indirmek mümkün değil.

Dağ-cezaevi-Avrupa üçgeninde Avrupa'ya gidenler memleketlerine dönmek istiyorlar. Köylerini görmek ama İstanbul'da yaşamak istiyorlar. Türkiye'yi bölmek istemediklerini, sadece Kürtlerin yaşadığı acılara son vermek istediğini söyleyen dağdakiler de artık kan siyasetinin bitmesini istiyor.

Soğukta donan parmaklarının jiletle kesilmesini seyretmek. Üşüyerek, ölümleri seyrederek, öldürerek büyümek. Duyguları kendine yasak etmek. Ölümü kutsallaştırmak. Acımasızlığı inanç perdesinin altında benimsemek.

İtaat, adanmışlık duyguları içinde insanlıklarını unutan dağdakilerin çoğunluğunun çocuk olduğunu unutmamak gerekiyor.

Onları dağa çıkmaya iten sebepleri yok etmek hepimizin görevi. Ancak itaat kültürü içinde ölüm değil hayat kültürünü Kürt çocuklarına aşılayabilmek için dağa çıkmayı kutsal bir eylem olmaktan çıkarmak da Kürt siyasetçilerinin ve özellikle de İmralı'dakinin boynunun borcu.

Ortada bir kan siyaseti var. Buna dayanarak ortaya çıkmış bir tehdit politikası iki taraf için de barışı değil ölümü beraberinde getiriyor. Kürt siyasetçilerin öncelikle Kürt çocuklarını düşünerek Meclis'teki siyaseti güçlendirmeleri gerekiyor.

Dağdaki çocukların gücüne güvenmeden siyasetin retoriğini hızlıca inşa etmeliler.

Bunun için de kendi çocukları için Meclis'e girmeliler.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.