CİZRE-SİLOPİ’DEKİ HENDEKLER ÜZERİNDEN KANDİL VE ROJAVA DA MI HEDEF
Sinan Çiftyürek
28 Aralık 2015 Pazartesi 04:02
Cizre-Silopi’deki hendekler üzerinden Kandil ve Rojava da mı hedef alınıyor?
Botan bölgesine özel eğitilmiş ordu birliklerinin konumlandırılmasıyla burnumuza ağır kokular geliyor. Hesap içerisinde hesap yoksa bir ilçeye operasyon için özel eğitilmiş on bin asker yığılmaz. “Terörle mücadele” adı altında tanklar eşliğinde ilçeler kuşatılmaz. Tankla topla mı kamu güvenliği ya da halkın “can ve mal güvenliğini” sağlıyorsunuz? Sur, Silvan, Cizre’de halkın ne canı ne de malı kaldı!
Devlet neyin hazırlığında, kime karşı bu askeri güç? Esas hedef elbette içerisi ama Kandil ve Rojava başta olmak üzere sınır ötesi hesaplar da var! Mevcut “sınırlar” sınır ötesinde korunmak istenirken içerde Kürdistan yeniden işgal ediliyor. Türk devleti, Güney ve Güneybatısında içeriye doğru güçlenen Kürt basıncıyla yüzleştikçe içeride tüm ağırlığıyla halkımıza yüklenmektedir. 1990’larda kırsalımızın yeniden işgali gerçekleştirilmiş ki sınırda kalekol ve yeni güvenlik duvarlarıyla bu devam ediyor. Bu kez kentlerimiz yıkılıp boşaltılarak mahallelerde bile kalekollar yapılarak işgal derinleştiriliyor.
Hendek/barikat bahane, devlet zaten savaş açmıştı!
Barikat meselesi yeni değil ilk 2014 yılında gündeme gelmiş, yapılan görüşmeler sonucunda Ocak 2015’te kaldırılmıştı. Hendekler, o zaman özerklik ilanı için değil polisin mahallelerdeki terörüne karşı savunma aracı olarak kullanılmıştı. Barikatların tekrar kurulması, 7 Haziran sonrası özellikle Türk devletinin sınır ötesi operasyonlarıyla gündeme geldi. Dolayısıyla barikat, neden değil; devletin dayattığı savaşın ve devam eden Kürt meselesinin sonuçlarından biri. Elbette hendekler kaldırılsın ama kaldırılınca Kürt meselesi çözümlenmiş olmaz.
Önce de yazdık, devlet ve AKP hükümeti, 7 Haziran’dan sonra halkımıza savaş açmak için bahane arıyordu. Barikat kurulsun kurulmasın, özerklik ilan edilsin edilmesin devlet Kürd’e savaş ilan edecekti; burası açık. Devlet, yarın “Kobanê benzeri bir durumla yüzleşebilirim” korkusuyla PKK’yi kent merkezli savaşa zorladı ve bunda başarılı da oldu. Kırsal alanda uzun yıllar gerilla ile savaşarak deneyim edinen Türk Ordusu, şimdiki barikat savaşını da gelecekteki muhtemel kent savaşına ön hazırlık olarak değerlendiriyor gibi görünüyor.
PKK de, Kürdistan kentleşti tayin edici kavgayı kentler belirleyecek olması gerçeğine Kobanê deneyimi de eklenince devletin savaş ilanını kabul edip kent savaşı denemesine girişti. Direnme ruhuna, barikatların arkasında fedaice savaşmaya saygı duyulur; ama bu işte bir hesap hatası yok mu? Devletin kendi şartlarında ya da belirleyiciliğinde dayattığı savaşı kabul etmek durumu varsa burada hesap hatası yok mu? Devlet, Kürt hareketini “ya herro ya merro” noktasına itmeye zorluyor olabilir. Bu dayatma nedeniyle ister hesap hatası yapılmış olsun isterse devletin ağır savaş tahriki sonucu olsun; iki durumda da devletin davetini, devletin dayattığı taktikle kabul etmek, PKK ile birlikte halka da zarar veriyor, verecek!
Tam da siyaseten haklıyken haksız, güçlüyken güçsüz duruma düşmek buna denmez mi?
IŞİD’in Şengal’de halkımıza yaptığını, Türkiye ilçelerimizde yapıyor. Kentler boşaltılırken halkımıza Kobanê benzeri durum yaşatılıyor ama kentlerimizin Şengal veya Kobanê’ye dönüşmesi yakında görünmüyor. Çünkü Türkiye, Suriye-Irak değil; Silvan-Cizre’de Kobanê, Şengal değil. Cizre’de, Sur’da yeni Kobanê’ler yaratmaya girişmek; isyan ruhu ne kadar güçlü olursa olsun, dava ne kadar haklı olursa olsun sonuç alınamaz çünkü süreçler farklı.
Mademki cumhurbaşkanı, başbakan “kazdıkları hendekleri başlarına yıkacağız” şeklinde ağır tahrik ediyorlar… Mademki “sen halkıma ve bana durup dururken savaş açtın ben de kentleri Kobanêleştiririm” demek! İşte hesap hatası dediğim bu.
Bilindiği gibi İran’ın da telkiniyle Suriye rejimi kendisi askeri olarak Kürdistan bölgesinden çekilmişti. Esad’a karşı uluslararası destekleri olan onlarca askeri örgüt mücadele ediyor. Dünyanın önemli askeri aktörleri Suriye’de; Doğu ve Batılı güçler çıkarları için Rojava’daki Kürtleri destekliyor. Peki, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da benzer bir durum var mı? Hayır!
*Suriye’nin aksine, Türkiye, Kürdistan’da çekilmek bir yana sürekli kırsalda ve kentlerde yeni kalekollar yapıyorken;
*Türkiye, NATO üyesi ve AB müttefiki olup Güney Kürdistan politikasından çıkardığı derslerle Rojava’da farklı davranırken;
*Türkiye’nin Şii-Sünni hegemonya hesaplarıyla İran’la ve uçak krizinin tetiklemesiyle de Rusya ile yaşadıkları, Kürt siyasetine kimi fırsatları sunmasına karşın, küresel ve bölgesel odaklar hâlihazırda Kürdistan meselesinde, Türkiye ve de İran’ı karşısına almazken;
*Güney ve Rojava bugün bölgesel-küresel siyaset denkleminde yer alıyorken, Kuzey ve Doğu yani iki büyük Kürdistan parçası halen küresel hatta bölgesel denklemin dışında tutulurken;
*Güney bağımsızlık, Rojava statü yolunda ilerlemenin sorunlarını yaşıyorken;
*Başta büyük fesat-fitneci İran’la “Osmanlıda oyun bitmez”i temsil eden Türkiye olmak üzere işgalci devletlerin her biri farklı hesaplarla PKK ile PDK çatışması için çaba içerisindeyken;
*HDP kısmi barışçıl demokratik ortamda (7 Haziran’da) bile siyaseten önemli sonuçlar almışken…. Kuzey’de bugün çıkış yolu silahlı özerklikte değil sivil itaatsizliğe dayalı statü arayışında aranmalıydı, aranmalıdır. Kuzey’in küresel denkleme alınmasının yolunu da yine ancak sivil itaatsizliğe dayalı mücadele açabilir.
Cizre ve Silopi’ye on binlerce özel birliklerin konuşlandırılması neyi amaçlıyor?
Hendek kapatmak bahane, bunca askerin bölgeye konuşlandırılmasında üç hedef gözetiliyor:
Birincisi; devlet ile AKP hükümetinin Kürt meselesinde, yeniden askeri politikaları esas aldığını gösteriyor. İçeride “hendeklerin kapatılması” adı altında ulusal özgürlük bilincinin yüksek olduğu ilçelerimizin yakılıp yıkılarak boşaltılması ve görülmemiş baskılarla halkın direnci, özgürlük mücadelesindeki kararlılığı kırılmak isteniyor.
İkincisi; dışarıda ise Rojava’nın Kuzey üzerindeki etkisini fiziki tedbirlerle olabildiğince sınırlandırmak, özellikle Rojava ile sınırdaş olan ilçelerde ilerde muhtemel bir Kobanê benzeri kent savaşına şimdiden antrenman yapmış olmak.
Üçüncüsü; Kandil’e yönelik bir kara harekâtında “cephe gerisini” yani sınırın içerisini sağlama almak! Davutoğlu’nun “sınırlarımızı sınır ötesinde korumamız gerekiyor” söyleminin içerdeki pratik adımı. Kısacası Türk ordusunun içerde ve sınırların ötesindeki hareketliliği kapsamlı bir askeri harekâtın ön hazırlıkları gibi görünüyor.
Bu süreçte, Türk hükümeti, PKK’ye karşı Kandil’e dönük muhtemel bir operasyonda ABD desteğini alabilmek amacıyla “ya ben ya PKK” ikilemini dayatmasının yanı sıra “IŞİD’e karşı savaşmak için Başika’ya asker gönderdim” söylemini de bir süredir dillendiriyor. YPG’nin Moskova ile ilişkilerinden de rahatsızlık duyan Washington, Türk devletinin “ya ben ya PKK” dayatmasına ne der? Türk Ordusunun Başika hamlesine karşı koyuşun ABD’den değil de İran’ın basıncıyla Irak hükümetinden geldiğini de not edelim.
Türk Ordusunun Irak ve Güney Kürdistan’da konumlanmasının IŞİD ile mücadele ile alakası olmadığı daha IŞİD yokken orada asker bulundurmasının altında; İran ile bölgesel egemenlik hesaplarının yanı sıra Kerkük-Musul petrollerinin kontrolü ve önemlisi Kürdistan’ın “hamisi” görünerek Kürtlerin etkinlik sahalarını daraltma hesaplarını içerdiği açık. Buna Kandil’e dönük hesapları da ekleyelim. Kısacası “IŞİD’e karşı Başika’ya asker gönderdim” söylemi örtüdür, gerçeği ise TC’nin emperyal hedeflerinin yanı sıra Kandil’e operasyon hesabıdır.
TC ile ABD arasında dün Güney Kürdistan üzerinde sağlanan uzlaşma şimdi Rojava üzerinde sağlanabilir mi? ABD, dün TC’ye “sen Güney’e müdahale etme ben de Kuzey’e karışmam hatta sana Öcalan’ı da vereyim” demişti. Bugün ise “sen Rojava’ya karışma ben de Kuzey’de yaptıklarını görmezden gelirim; hatta Kandil’e operasyonda bile destek olurum” der mi? Var mı böyle bir ihtimal? Burnumuza ağır kokular geliyor derken; “Türkiye, Rusya’nın Kafkasya Siyasetini Kürdistan’da mı İzlemek İstiyor” başlıklı yazımda belirttiğim Rusların Çeçenlere yaptığını ya da Cengiz Çandar’ın aynı kaygılarla gündeme getirdiği “Sri Lanka-Çeçenistan çözümü” tehlikesi ciddiye alınmalıdır. Zira bölge üzerinde hegemonya savaşının keskinleştiği ve tam da Rusların PKK kartını açtığı koşullarda Türkiye, ABD’den destek alabilir!
Barikatlar üzerinden sınıfsal ayrışma tartışmasının, ulusal kurtuluşta karşılığı yok!
Kürdistan’da kim yoksul, kim orta sınıf, kim burjuva ve sınıfların mevzilenmesindeki yerleri tartışması, sosyalist ya da sosyalist devrime kesintisiz geçişle evirilecek demokratik devrim tartışmasında anlamlıdır. Fakat Kürdistan gibi ulusal özgürlüğün başat hedef olduğu, PKK ve DTK siyasal hattının da zengin, fakir yanı burjuva, orta sınıf, küçük esnaf, işçi ve yoksullardan destek aldığı koşullarda bu tartışmanın karşılığı yok!
PKK basınında kimi yazarların kent savaşı üzerinde “yepyeni bir iktidar alanı” oluşuyor ya da “barikatlar sınıfsal ayrışmayı netleştiriyor” demesi yanlış ve zarar verecek değerlendirmeler. Barikatlara karşı çıkan herkesi, sınıfsal konumla ilişkilendirmek; barikatı doğru bulmayan küçük esnaf ve orta sınıfı “karşı devrimci” ilan etmek ya siyasal körlüktür ya da beklenilen halk desteğini alamamanın tepkisel çıkışıdır. Her şey bir yana ulusal harekette özellikle de PKK, DTK, HDP hattının kitle desteğinde, Kürdistan’daki küçük esnaf ve orta sınıflar çekip alındığında geriye ne kalacağının üzerinde herkes düşünmeli!
Her ulusal kurtuluş mücadelesi gibi Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinde de, küçük esnaf ve orta sınıflar önemli bir ağırlığa sahiptir. Hendekler üzerinde sınıfsal ayrışmayı geliştirmek, sınıfsal (sosyalist) iktidar değil de ulusal iktidarın inşasında orta sınıfları karşı devrimci ilan edip dışlamak kendi ayağına balta vurmakla özdeştir!
Aynı süreçte hem Sinn Fein hem SYRİZA işlevi üstelenilemez demiştik!
Kentlerde barikatların kurulması yaşanan savaş ve devletin sergilediği vahşet HDP açısından da bazı meselelere açıklık getirdi.
Öncelikle; bir kez daha görüldü ki Anadolu emekçilerinin gündemi ile Kürdistan halklarının siyasal gündemi birebir örtüşmüyor. Gezi isyanında nasıl ki Kürt ulusal güçleri ile Türkiye sosyalist hareketinin gündemi birebir örtüşmediyse yani Kürtler Gezi’ye cılız tepki verdiyse, Türkiye metropollerinin de Kürdistan’da yaşananlara tepkisi cılız kaldı. Bu cılız tepkide sosyalist hareketin zayıflığının ve toplum üzerindeki Kemalizmin etkisini de ekleyelim.
İki; bir kez daha yaşanarak görüldü ki HDP ya da başka bir parti aynı süreçte Diyarbakır’da Sinn Fein Ankara’da ise SYRİZA işlevini sürdüremez. Barikat savaşı HDP’nin SYRİZA misyonunu bitirmediyse de darbe vurdu. Demirtaş’ın ABD ve Rusya ziyaretlerini, Kürtler ulusal mücadelede çıkarlarına uygun görüp olumlarken, Türkiye kamuoyu ise “devletimize karşı emperyalizmle ilişkileniyor” diyerek olumsuz algılamakta! Bu olumsuz algıyla, salt iktidar veya Saray’ın Demirtaş ve HDP’ye karşı geliştirilen propagandasından söz etmiyoruz, Türkiye halkının pozisyonu gereğince de Kürtlerden farklı değerlendirileceğini belirtiyoruz. HDP aynı süreçte hem SYRİZA hem de Sinn Fein işlevini üstlenemez derken kastımız buydu.
Üç; HDP 7 Haziran’da SYRİZA misyonunu; Erdoğan’ın başkanlığı ile AKP’nin tek başına iktidarını engellemekle kısmen yerine getirdi. Fakat bu hamlesi Sinn Fein işlevini yani Kürt meselesinin siyasal çözümünü en hafif deyimle aksattı; çünkü Ankara’daki muhatap, meseleyi barışçıl çözmek isteyen demokratik bir hükümet değildi.
Çözümü tartışırken aşağıdaki noktaları dikkate almalıyız
1- Devlet ve hükümet barikat savaşını kazansa bile Kürt halkını kazanamaz. Türk rejiminin özelde de AKP hükümetinin bunca yıkım ve kan üzerinden ve üstelik temel hakları tanınmadan Kürtleri yönetmesi zor. Halkımızın da devletten ve Erdoğan’dan beklentisi kalmadı burası açık, mesele Kürt siyasetinin belirsizliğinde!
2- Devlet bürokrasisi ve rejim partileri, AKP’nin Kürdistan’daki varlığını “devletin bekasının teminatı” görüp 1 Kasım’da desteklediler. Kime karşı? Kürtlere, halkımıza karşı! AKP’nin 1 Kasım’da Kürdistan’da az da olsa oyunu artırmasının rejim yanlısı herkese nefes aldırdığını bilelim. Çünkü rejim ve sistem partileri, AKP’nin 7 Haziran seçimlerinde Kürdistan’da sökülüp atılmasını sadece AKP’nin yenilgisi değil, Türk rejiminin çöküşü olarak algılamıştı. Çünkü AKP yerine hiçbir parti halen Kürt halkıyla devlet arasında köprü kurabilecek durumda değil.
3- Çözüm ararken; AKP’nin Kürdistan meselesinde Orduya yanaştığı, Ordunun da AKP üzerinden kendi Kürt siyasetini icra ettiğini not edelim. Kimi taktik adımlardaki farklılığa karşın Kürdistan meselesinde AKP ile Ordu ve devlet bürokrasisi ayrımı yapmak yanlış.
4- Kürtler, gerek parçalarda gerekse parçalar arasında ortak hareket etmeli. “Sen yanlış yaptın ben doğru yaptım” tartışması ile bağlantılı iç egemenlik hesapları sonraya bırakılarak ortak iradeyi yansıtacak acil adımların atılması gerekiyor. Devlet haksız olduğu halde tüm güçlerini, Kürdistan meselesinde “ortak milli payda” adı altında birleştirebiliyorsa, Kürt siyasal partilerinin ise haklı davalarında güçlerini birleştirmeleri gerekiyor. Bunu başararak “makul, makul olmayan Kürt” ayrımı da devletin elinden alınmalı.
5- Dolaysıyla Kürdün, Kürde de demokrat yaklaşmasının tam zamanı! Kürt partileri sömürgeci rejimlerin ezilen haklara dayattığı “tekçiliği, otoriterliği, faşizmi” eleştirip halkı mücadeleye çağırırken kendileri diğer Kürt partilerini dışlayan tekçiliği dayatırlarsa yani dışarıya “demokrasi” dersi verip kendi içimizde demokrasiyi baltalarsak inandırıcı olamayız.
6- Kürt siyaseti ortak tutumla; devletin silahla bir yere varamayacağı, meselenin sonuçlarını ortadan kaldırmakla da Kürt meselesinin çözülmeyeceğinin altı çizilmeli. Devletin fiili OHAL uygulaması ve sürdürülen operasyonları derhal durdurması; “önce silahlı hareketi bitirelim, sınır dışına çıksınlar sonra çözüm başlar” nakaratını geride bırakıp çözüm yönünde adım atması yani silah meselesiyle Kürt meselesinin ayrı ayrı ele alınması öne çıkarılmalı.
7- Devletin dayattığı savaşa Kürdün yanıtı silah olmamalı. PKK kırsal merkezli gerilla savaşını uzun yıllar sürdürdü ve yöneticilerinin sıkça belirlemesiyle “silah yapacağını yaptı, artık kullanmak istemiyoruz” noktasına gelindi. Kent merkezli barikat savaşları da bir yılı aşkındır deneniyor. Bu yöntemle sonuç alınmayacağı açık! Onca çağrı, çaba, bedele rağmen kitleler barikat savaşlarını desteklemiyor. Devletin onca hukuksuzluğuna ve OHAL’den beter uygulamalarına; dünya kamuoyu, Türkiye halkları ve maalesef halkımız da sınırlı sayıdaki militan kitle desteği hariç seyirci kalıyorsa bunun üzerinde düşünülmeli!
Geriye elimizde sonuç almada ısrarlı davranılacak mücadele silahı olarak sivil itaatsizlik kalıyor. HDP MYK’sından “özyönetimi, siyaseten sahiplenip Meclise taşıma” ve YDG-H’ye de “hendekler kapansın” çağrılarının yapılacağı belirtiliyor. Dileriz 26-27 Aralık’ta toplanan DTK ve KCK’den de benzer yönelim gelişir.
“Dayatılan savaşa yanıt: Sivil itaatsizlik temelinde geliştirilmeli” başlıklı 09-09-2015 tarihli yazımdan bir bölümle bitireyim; “Kürdistan meselesinin çözümü için, siyasal statü (özerklik, federasyon, bağımsızlık) olmazsa olmaz. Mesele hangi mücadele aracıyla gerçekleşeceğidir. Silah yapacağını yaptı. İç siyaset dinamiği artık silahı taşıyamıyor….
Benzer bir yönelim daha önce ‘Ortak Akıl’ toplantısı başta olmak üzere birçok ortak toplantı ve konferansta dile getirildi, ana hatlarıyla hemfikir de olundu. Talepleriyle, sivil itaatsizlik mücadele tarzı önerisiyle Kürdistan’daki siyasal yapılar, sivil kurumlar ve rusipiler şunun üzerinde hemfikir olmuşlardı: Kürt diliyle ana dilde eğitim-öğretim, Kürdistan’a siyasal statü, Kürtlerin ve yok sayılan diğer halklar ile inançların anayasada varlığının kabulü ve şartsız bir genel siyasi af gibi talepleri ortak bir deklarasyonla Kürdistan, Türkiye ve Dünya kamuoyuna sivil itaatsizlik mücadele eşliğinde duyurulması!”
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.