ÇIPLAK SAVAŞIN ZİRVESİ
Etyen Mahçupyan
19 Şubat 2014 Çarşamba 04:02
Hükümetin Hizmet Hareketi’nin hareket alanını kısıtlamak gerekçesiyle attığı son adım aynı zamanda en radikal olanı.
HSYK yargının ‘yürütme’ kurumu olarak tanımlanabilir. Adalet dağıtıcısı olması beklenen bir yapının tüm işe alma, terfi, tayin ve disiplin işlerini yüklenen, dolayısıyla denetleme, soruşturma ve kovuşturma yetkisine sahip bir kurum. Türkiye gibi yargının devletin ayrılmaz ve tabii parçası addedildiği bir ülkede, HSYK üzerinden resmi ideolojinin yıllarca hukuku esir aldığı herkesin malumu. Bunun en belirgin tezahürlerini 12 Eylül ve 28 Şubat’ta cübbelerini giymiş yüksek yargı mensuplarının brifing almak üzere askerin ayağına gitmesi ve ‘özgür iradeleriyle’ vesayet sistemine biat etmesinde görmüştük. Özlük işleri ideolojik tasallut altında olan bir yargının ne tarafsızlığından ne de bağımsızlığından bahsetmek mümkün değildi. Aksine yargının sivil siyasetten ve toplumsal denetimden bağımsızlığı aslında adaletin ideolojiye bağımlı hale gelmesini ifade ediyordu.
Bugün o safhayı geçtik ama görünen o ki meseleyi ilkesel düzeyde hazmetmeden, biraz fazla hızlı geçtik. HSYK hem üyeler hem de yürütme açısından hâlâ potansiyel bir ‘siyaset yapma’ noktası olarak görülüyor. Resmi ideoloji prestij ve anlam kaybederken, onun boşluğunu farklı aidiyetler ve bağlılıklar doldurabiliyor. 17 Aralık sonrasında HSYK’nın kendi yetkilerini aşarak neyin hukuken doğru olduğuna dair bildiri yayınlaması, ardından HSYK Genel Kurulu’nun toplanmasını engelleme amacıyla üyelerden sekizinin aynı gün topluca hastalanmaları gibi olaylar bu konuyu tümüyle siyasi mecraya taşımış durumda. Eğer HSYK üyeleri böyle davranmamış olsaydı, hükümetin şu anki yasa teklifini böylesine rahatlıkla yapabilmesi muhtemelen mümkün olmazdı. Çünkü HSYK içindeki bir grubun kurumu siyaseten kullandığı algısı yerleşince, hükümetin de HSYK’ya siyaseten yaklaşması ve onu bir ‘paralel yürütme’ olarak değerlendirmesi daha kolay kabul görebilir hale geldi. Bu konuda anket yapacak şirketler muhtemelen karşılarında yolsuzluk konusunda çıkan tabloyu görecekler. Halkın büyük kısmı hükümetin bu müdahalesinin yanlış olduğunu söyleyecek, ama aynı zamanda da bu müdahaleye itiraz etmeyecek.
Yasanın tümüyle ‘sakıncalı’ olduğunu söylemek mümkün değil. Yargıtay ve Danıştay üyelerinin seçimi ile HSYK genel sekreter adaylarının seçiminde tek kişiye oy sisteminin getirilmesi demokratik bir adım. Toplantı ve karar yeter sayısının 12’ye indirilmesi de siyasi blokajların engellenmesi açısından doğru görülebilir. Ancak ‘kurul başkanı’ sıfatıyla Adalet Bakanı’nın HSYK genel sekreter yardımcılarını, teftiş kurulu başkan ve yardımcılarını doğrudan ataması, teftiş kurulunun doğrudan Bakan’a sorumlu olması ve onun verdiği görevleri yerine getirmesi, disiplin soruşturmasının Bakan’ın inisiyatifinde olması ve soruşturma komisyonunu da kendisinin belirlemesi her ‘normal’ demokraside tartışma yaratacak cinsten maddeler. Buna Adalet Bakanlığı iç denetçilerinin de artık HSYK’ya geçiş yapabileceğini, bu yasa ile yetkili konumlardaki hemen herkesin istifa ederek yeni atamaların Bakan tarafından yapılacağını ve hatta kurum personelinin bile Bakan tarafından seçilip atanacağını ekleyelim. Sorun tek tek maddelerde değil, bunların hepsinin tek seferde ve birlikte yapılmasında.
Bu değişiklik Anayasa’ya da, var olan HSYK yasasına da uygun olabilir. Hükümet kendisine bırakılmış olan tasarruf alanını azami ölçülerde kullanma hakkına sahip. Ancak böyle bir düzenlemenin kalıcı, kurumsallaşmaya eğilimli olması halinde yargının bir başka antidemokratik noktaya savrulma ihtimalini de görmek durumundayız. Çatışmanın siyaset alanına kayması hükümetin lehine bir durum yarattı ve hükümet de bu fırsatı kaçırmak istemiyor. Çünkü hem ilerde kendisi aleyhine açılabilecek ‘siyasi’ soruşturmaları engellemek, hem de kendisinin açabileceği soruşturmaların önünün kesilmesine meydan vermemek istiyor. Bu konuda toplumsal desteğe de sahip… Ancak madem olay bu denli siyasi, hükümetin de sahip olduğu ‘hakların’ ardına sığınmadan, atılan adımın geçici olduğunu söylemesi gerekiyor. Aksi halde tartışma siyaset zemininden uzaklaşabilir ve hükümetin ‘vesayet’ peşinde olduğu kanaati güç kazanır.
Not: Garip Turunç diye bir profesör pazar günkü Yorum sayfasında entelektüel ahlaka örnek bir makale kaleme almış. Benim demokratlık tanımımı benim cümlelerimle ama bana atıfta bulunmadan anlattığı gibi, başına ve sonuna Barber’dan alıntı yaparak aradaki bölümü kendi fikriyatı olarak nakletmiş… Yozlaşma gerçekten sınır tanımıyor. Ama içerik doğru! Yoksa bu bir sosyal teamül mü?
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.