23 Kasım 2024
  • İstanbul5°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara1°C
  • İzmir8°C
  • Berlin3°C

ÇILGIN PROJE

Ahmet Altan-

28 Nisan 2011 Perşembe 12:52

Osmanlı’dan beri hayali kurulan projeyi gerçekleştirmek üzere harekete geçme cesaretini Başbakan Erdoğan gösterdi.

Bu ihtiraslı cesaret, Erdoğan’ın kişiliğine uygun düştüğü kadar, bize Türkiye’nin nerelere geldiğini de gösteriyor.

İsmiyle “müsemma” böyle “çılgın projeyi” hayata geçirebilecek bir düzeye varmış bir ülke Türkiye.

Kimse, “Biz böyle bir projeyi gerçekleştiremeyiz” demedi.

Herkeste Türkiye’nin bunu yapabileceğine güven tam.

Projenin yapılıp yapılamayacağı değil, yararlarıyla zararları tartışılıyor.

Projenin Boğaziçi’ni kurtaracağı kesin.

Böyle yeni bir kanalın “ekolojik dengeyi” nasıl etkileyeceğini, Türkiye’nin nüfus hareketinde nasıl bir sonuç vereceğini, seçilen bölgenin mimari açıdan doğru olup olmadığını uzmanlar tartışacak, belki projeye yeni katkılarda bulunacaklar.

Bütün bunların tartışılması için önümüzde iki yıl var Başbakan’ın söylediğine göre.

Herhalde, iktidar “ben böyle istiyorum” deyip konuyu kapatmayacak, uzmanların görüşlerini ve eleştirilerini de değerlendirecek.

Böyle bir projenin teknik özellikleri konusunda söz söyleyecek bilgiye de ehliyete de sahip değilim ama “hayalin” büyüklüğü, Boğaziçi’ni kurtaracak olması, bu ülkenin bu çapta bir projeyi gerçekleştirecek bir düzeye varması, bunun güvenini hissetmesi benim hoşuma gitti.

Ayrıca, siyasetin bir ucu hâlâ sefalet bataklıklarında, ucuz atışmalarda sürünürken, diğer ucunun “proje yarıştırma” düzeyine gelmesi de Türkiye’nin siyasette sınıf atlamaya doğru gittiğini ortaya koyuyor.

Beni şaşırtan ise başka bir gerçek.

Bir ülke, böylesine “çılgın” projeleri hayata geçirmeyi “seçim vaadi” haline getirebilecek kadar kendine güveniyor, ekonomisinin böyle projeleri taşıyabileceğine inanıyor, doğayla boğuşacak, doğaya meydan okuyacak bir kapasiteye ulaşıyor ama toplumsal sorunlarını çözemiyor.

Bu nasıl oluyor?

Nasıl bir yanımız böylesine güçlü, diğer yanımız böylesine zayıf?

Hâlâ çözemediğimiz bir Kürt meselemiz var örneğin.

Karadeniz’den Marmara’ya elli kilometrelik yeni bir “boğaz” açacak kadar cesur ve güçlüyüz ama bir Kürt meselesini çözüme ulaştıramayacak kadar zayıfız.

Anayasamız hâlâ bir darbe anayasası.

Seçim kanunumuz bir felaket.

Başörtülü kadınlarla ilgili sorunu çözmekte zorlanıyoruz.

Alevilerin haklarını veremiyoruz.

Yüksek Seçim Kurulu kırk sekiz saatte birbirinin tam zıddı iki karar alabiliyor.

Bütün bunları birarada değerlendirdiğimizde, Türkiye’nin ekonomik sorununu çözebildiği ama “rejim” sorununu çözemediği anlaşılıyor.

Doğayı değiştirmeyi göze alacak cesaretimiz ve gücümüz var ama rejimi ve devleti değiştirecek gücümüz yok.

Düşünün ki doğa dediğiniz, depremi, seli, tsunamisi, fırtınasıyla en başa çıkılamaz güçtür.

Doğaya müdahale edebilen bir toplum nasıl olur da toplumsal sorunlarını çözemez?

Erdoğan’ın “ihtiraslı cesareti” böyle bir projede ortaya çıkabiliyor da neden Kürt meselesinde aynı kudretle ağırlığını koyamıyor?

İşte bu “şizofrenik” yapı beni şaşırtıyor.

Güçlülüğün ve güçsüzlüğün böyle iç içe geçmiş olmasını algılamakta zorluk çekiyorum.

Doğayla hesaplaşan bu “çılgın projenin” cesaretini çok sevdim.

Ama doğrusu ya aynı cesareti toplumsal sorunları çözmekte de göstermek gerek diye düşünüyorum.

Gerçi Erdoğan bir iki girişim yaptı o konularda da ama çabuk vazgeçti.

Bence bu “çılgın projeyi” düşünen, toplumun böyle bir projenin gerçekleşebileceğine inanmasını sağlayacak bir güveni yaratan, Türkiye’yi bu düzeye taşıyacak bir ekonomik istikrarı yakalayan Erdoğan’a ve AKP’ye bunlar için teşekkür etmeliyiz.

Ve sormalıyız.

Peki, niye toplumsal sorunları çözmek ve bu devleti değiştirmek için de aynı hayal gücünü, cesareti, güveni, “çılgınlığı” gösteremiyorsunuz?

Sizi böylesine korkutan ne var bu devletin içinde?

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.