CİHANDA YALNIZ
Murat Belge
22 Mart 2016 Salı 03:37
Türkiye’nin siyasî tarihine baktığımızda “tek adam” dizisi görürüz. Şevket Süreyya bu sıfatı Atatürk’e yakıştırmıştı ve haklıydı. Haklıydı çünkü Cumhuriyet rejimi Atatürk’ün ölümünden sonra da herhangi birinin onun yanında durmasını yasakladı. Ancak pratik siyasi hayatta, ülke yönetimine gelip giden bütün önderler de “tek adam” gibi davranmaktan geri durmadılar. İnönü, Menderes, Demirel, Özal, Ecevit zaten yakın çevrelerinde böyle kabul görmüşlerdir.
Ancak, bu saydıklarım arasında “tek adam”lık tutkusunu Erdoğan’ın vardırdığı derecelere vardıran olmamıştı. “Tek adam”ların en kudretlisi Atatürk birçok işi çevresinde güvendiği kişilere bırakmıştı.
Erdoğan yargıcı da seçecek, kupon arsaya da karar verecek, kimin hapse konacağını bildirecek, ama en önemlisi her gün bize hangi konuda ne düşünmemiz gerektiğini söyleyecek. Kendinde bunların hepsini yapacak enerjiyi de buluyor.
Belli ki en sevmediği şey, demokrasinin olmazsa olmazı “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesi. İdeal düzen ise bütün kararları onun verdiği ve bunlara kontra gidecek hiçbir merci, kurum v.b. bulunmayan düzen.
Verdiği vereceği kararların ne olduğu, ne derece isabetli olduğu gibi konulardan bağımsız olarak, bu anlayış kendi başına yeterince sorunlu.
Bu arada Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesi sağlandı ve Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildi. Ama bu Erdoğan’ın istediği “başkanlık” sitemini geçerli kılmaya yetmiyor.
“Yetse de, yetmese de, ben bildiğimi okurum” diyor Erdoğan. O sistemin kendisine sağlayacağı keyfilik, “tek adam”lık o seçimle sağlanmış, iş bitmiş gibi davranıyor. Latincesi “de facto”, Türkçesi de “Ben yaptım oldu” olan bir rejimi (de facto) kurdu.
Şu anda Türkiye’yi uğraştıran sorunların hepsi Erdoğan’ın kişiliğinden ve hedeflerinden doğuyor. Şu anda fiilen hukuk dışı bir zeminde duruyor, çünkü elindeki yasalar ve Anayasa kullanmakta olduğu hakları (“hak” pek doğru değil, “yetki” diyelim) ona vermiyor. Ayrıca, partisinin, hükümetin v.b. “hâkim-i mutlak”ı olduğu için, zaten verilen bütün kararlar, bütün uygulama, onun uygun bulduğu şeylerden oluşuyor. Ülkede Erdoğan’ın elinden geçmeyen bir şey kalmadığına göre, ülkenin bütün sorunları da eninde sonunda gelip bir şekilde Erdoğan’a bağlanıyor.
Örneğin Başbakan’ı Brüksel’de Avrupalılarla bir pazarlık bağlamak üzere uğraşırken Cumhurbaşkanı buradan Avrupa’ya ve Belçika’ya ateş püskürüyor. Kendisi, Başbakan’ın bir şeyler kopararak oradan dönmesini umduğunu söylemiş... Bu konuşmaları elbette bir soğuk duş etkisi yaratacak... Görüşmelerin olumlu sonuç vermesine engel olabilir... Ama hayır, Erdoğan tam da bu anda, Batılılar hakkında düşündüğü şeyleri yüksek sesle -Brüksel’den duyulacak şekilde- söylemek zorunda.
Cumhurbaşkanı Batılılar hakkında iyi şeyler düşünmüyor. Onun bu değerlendirmelerinin doğruluğuna, yanlışlığına burada dalmayalım, başka zamanda onu da konuşmak gerekecektir. Son zamanlarda Cumhurbaşkanı Batılılar hakkında düşündüğü bu kötü şeyleri eskisine oranla çok daha sık dile getirir oldu. Bu bir rastlantı mı, yoksa dayandığı bir şeyler var mı?
Bence var. Tayyip Erdoğan’ın sözleri ve davranışlarıyla ortaya koyduğu “siyasi önder” tipi Batı’da kabul ve onay göremez. Öte yandan, Gezi’den bu yana benimsediği yeni kimliğiyle Tayyip Erdoğan’ın da Batı’da kendisine çekici gelen değerler bulması çok güç.
Tam bu sırada patlak veren Suriyeli göçmen krizi Batı’nın Avrupa kanadını Türkiye’den bir şeyler, asgari de olsa bir iş birliği bekler duruma getirdi. Dolayısıyla onlar Türkiye’de iç politikada Tayyip Erdoğan’ın demokrasiyi altüst eden davranışları hakkında eleştirilerini daha kısık sesle yapma gereğini -ya da görmemiş gibi yapma- duyuyorlar. Bu arada vizeyi kaldırma gibi pek inandırıcı olmayan görüşmeler dahi konuşuluyor.
Ancak Tayyip Erdoğan’ın Avrupa Birliği üzerine şimdiki görüşlerinin 2002’de iktidarın yeni geldiği zamanki görüşleriyle ilgisi kalmadığı kanısındayım. Daha fazla bir yakınlaşma ummadığı gibi, sanırım istemiyor da.
Sonuç olarak Türkiye’nin demeyeyim ama Tayyip Erdoğan’ın Batı dünyasında bir kredisi kalmadı. Özellikle Ortadoğu’da siyaset yapma tarzıyla müttefiklerini karşısına alma başarısını gösterdi. İç politikada söyledikleri ve yaptıklarıyla kendisinden demokrasi adına hiçbir şey beklenmeyeceğini kanıtladı. Demokratik değerleri benimsemiş ılımlı bir Müslüman (ve “Îslâmcı”) siyasi önder olarak Batı ile Îslâm dünyası arasında oynaması beklenen ve umulan uzlaştırıcılık rolü tamamen unutuldu.
Bunlara karşılık, “Batılı-olmayan dünya”da kazanımlarımız neler? O dünyanın Müslüman da olmayan kısmında, örneğin Rusya’da Türkiye’nin itibarı pek yükselmiyor galiba. Müslüman olan kısmında, örneğin Mısır’da, durum pek farklı değil.
İyi haber Suudi Arabistan ile Katar’dan geliyor.
Doğrusu, “tek adam” Türkiyesi açısından bayağı başarılı bir tablo: hayranlık verici derecede değerli bir yalnızlık.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.