21 Kasım 2024
  • İstanbul6°C
  • Diyarbakır11°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin1°C

CHP VE FARK YARATMAK!

Ayşe Böhürler

23 Nisan 2011 Cumartesi 12:17

"Fark yaratmak" gibi İngilizce'den çeviri sözcüklerin dilimize yerleşmesine tepki göstersem de kullanmaktan kendimi alamıyorum. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nu dinlerken ister istemez kendimi böyle bir kavram ile tanımlanabilecek bir beklentinin içinde buldum. "Fark yaratmak" beklentime ise, nispeten cevap veren bir konu dışında, hiç bir karşılık bulamadım. O da BDP'nin sık sık dile getirdiği "Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı"ndan bahsedilmesi oldu.

Konuşmayı dinlerken Ak Parti'nin kuruluş yıllarına, heyecan, idealizm ve gayretimizin engellere meydan okuduğu yıllara gittim. Yepyeni bir parti kurmak, siyasi söylemi, siyaset yapma geleneğini değiştirmek, siyaseti elitlere has bir eylem olmaktan çıkarmak, demokrasi kültürünü yerleştirmek istiyorduk.

Dağda çocuğu kalan annenin azabını dindirmek kadar şehit annesinin acısına da derman olmak istiyorduk. Kuruluş sürecindeki tartışmalarımızın limiti yoktu, vizyonumuz da hedeflerimiz de çok genişti.

O zaman bile CHP'nin ancak şimdi dile getirebildiği başlıkların çok ilerisinde, cesaret isteyen konuları bile gündeme taşıyabilmiştik. Partimiz kapatılma tehditleri altındaydı, genel başkanımız yasaklıydı, CHP ise bu süreçte statükonun temsilcisi olarak başrol oynuyordu.

O günlerden bu yana tam 10 yıl geçti. Bu arada hayal ettiğimiz birçok değişimin kapılarını kilitleyen de hep CHP oldu. Parti kapatmanın engellenmesinden, kamu yönetimi tasarısına kadar demokratik özgürlükleri genişleten her konunun karşısında durdular. Cumhuriyet'in halka kapatılmış kapısı gibiydiler. Bugün ise kendi kapattıkları kapıları açmaya çalışıyorlar. Bu pek yakın tarih hafızasını yok sayarak "yerel yönetimleri ya da demokrasiyi güçlendireceğiz" sözlerine kim inanabilir ki?

Kılıçdaroğlu'nu dinlerken CHP'nin yeni keşiflerine "günaydın" demek geliyor insanın içinden. Mayınlı arazilerden, yerel sorunlara ve hatta sağlık turizmini geliştirmek gibi (İzmir ile sınırlı) sektörel meselelere vurgu yapılması, sahadan değil medyadan başlıklar çıkarılmış izlenimi veriyor.

CHP'nin yeni söylemi, Türkiye'yi tanıma çabalarının izlerini taşısa da, Ak Parti'nin kuruluş sürecindeki kadar bile bir vizyonu taşımadıklarını gösteriyor. Sanki bu ülkede bin yıldır siyaset yapmıyorlar da tanımadıkları bir ülkenin sorunlarını anlamaya çalışıyorlar. Üstelik 2001'de Ak Parti bu konuları tartışırken bambaşka bir Türkiye tablosu vardı. Bugün ise Türkiye çok değişti. CHP mensuplarının bu sözleri yeni olabilir ancak muhatabı olan halk için maalesef yeni değil. Yine halk başka yerde, CHP başka yerde. Kısaca CHP zamanın ruhunu kavrayıp yeni şeyler söylemek konusunda yine fark yaratamadı.

ÇİFT SOBA BORULU DEMOKRASİ'DEN TEK BORULU DEMOKRASİ'YE..

Türkiye'nin yeni bir Anayasa ihtiyacı ile kıvrandığı ve bunu yapabilecek hale geldiği bir siyasi ortamda çok çeşitli Anayasa taslakları ve önerileri tartışılıyor. Bunlardan birisi olan Tesev Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanan "Türkiye'nin Yeni Anayasa'sına Doğru" başlıklı raporda dikkatimi çeken noktaları sizinle paylaşmak istiyorum.

Raporda en önemli vurgu "Türkiye'nin 'çift bacalı sistemden tek bacalı' demokrasiye geçişini sağlayacak olan, savunma ile güvenlik konularının birbirinden ayrılması gerektiğine" yapılıyor.

Bu başlık altında öneriler şöyle sıralanıyor.

Mili Güvenlik Kurulu anayasal bir organ olmaktan çıkarılmalı, bu Kurul'da askeri irade sadece Genelkurmay Başkanı ile temsil edilmeli.

Kırmızı Kitap namı ile bilinen Mili Güvenlik Kurulu Siyaset Belgesi, Bakanlar Kurulu tarafından hazırlanmalı, Meclis'te tartışılıp oylandıktan sonra yürürlüğe girmeli.

Rapor; Kırmız Kitap'ın hem anayasal gücünün kalkması gerektiğini savunuyor hem de Kırmızı Kitap'ın varlığının stratejik bir öneme sahip olduğunu söylüyor. Komisyon üyelerinden Ümit Cizre'nin yorumu ile devlet için politika oluşturma sürecinde Kırmızı Kitab'ın varlığı önemli. Ancak içeriğini oluşturan savunma ve güvenlik politikalarının kamuda ve parlamentoda mutlaka tartışılması gerekiyor.

Raporda, askeri ayrıcalıklara son verilmesi gereğinin altında yer alan başlıkların içinde "askerlik hizmetinin vatan hizmeti ve kamu hizmeti" olarak düzenlenmesini içeren öneriler de dikkat çekici. Vicdani redde imkân tanıyan bu yaklaşım, askerlik anlayışı içinde ciddi bir zihniyet değişikliğini de öneriyor. Bugünlerde askerden yeni gelmiş gençlerden dinlediğim hikâyeler beni dehşete düşürüyor. Kutsallık atfedilen asker ocağında yaşadıkları, gençlerimizi nasıl etkiliyor? "Tuvalet nöbeti tutmaktan, çakıl taşlarını bir tarladan öbürüne atmaya, coca cola şişesi önünde saygı göstermeye" kadar disiplin dışında hiç bir mana veremediğim birçok iş yaptırılıyor gençlere... Ve tabii ki mana aramayı anlamsızlaştıran, itaat, şiddet ve teslimiyet idmanları içinde gençlerin "ne öğrendiniz" sorusuna verdikleri cevaplar çok göreceli ve mutlaka analiz gerektiriyor.

Bu dönemin, erkeklerin travma geçirmelerine sebep olup olmadığı, eğer olduysa nedenleri ve bunun toplum üzerindeki psikolojik sonuçlarının araştırılması ve gözden geçirilmesi gerekiyor.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.