CEZAEVLERİNDE NELER OLUYOR?
Mahmut Bozarslan
04 Nisan 2017 Salı 22:40
Tutuklu gazeteci Kadri Gürsel’in eşinin cezaevine götürdüğü palto cezaevi yönetimi tarafından “Kapüşon şartlara uygun değil” denilerek reddedildi. Bunun üzerine eşi bir başka palto götürdü. Bu kez “düğmeler cezaevi şartnamesine uygun değil” gerekçesiyle bu palto da kabul edilmedi.
Benzer sorunlar Diyarbakır’da da yaşanıyor. Al-Monitor’a konuşan ve isminin açıklanmasını istemeyen bir kişi, D-Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutuklu bulunan kardeşini ziyarete giderken yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Geçenlerde kitap istedi. Beş kitap götürdüm, aldılar. Sonrasında bir daha istedi. 15 kitap götürdüm, bunları içeri vermemişler. Ne geri verdiler ne onlara veriler. Elbise çok fazla almıyorlar. Özellikle lacivert ve yeşil elbiseleri almıyorlar. Kapüşonlu, yandan cepli elbiseleri kesinlikle almıyorlar. Ziyaretçinin üstünde dahi olsa çıkartıyorlar. Geçenlerde bir ziyaretçinin üzerinde yeşil gömlek vardı. Çıkarttırıp yarı çıplak halde görüşe gönderdiler. Hem de kış ortasında. Mesela ben bir keresinde lacivert kaban giymiştim çıkartıp öyle görüşe girdim.”
Türkiye’deki cezaevlerindeki siyasi mahkûmların yaşadıkları sorunlar, dışarıdaki siyasi konjonktürle paralel gidiyor. Siyaset iklimi bahar havasındaysa bu içeriye de yansıyor. Ancak tansiyonun yüksek olduğu dönemler cezaevlerindeki sorunların da arttığı zamanlar oluyor. Tıpkı Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu durum gibi. Kürt ve muhalif isimlere yönelik tutuklamaların artması beraberinde ihlal iddialarını da getirdi. İddialar son yıllarda hiç olmadığı kadar arttı. İçerideki uygulamalardan hemen herkes payına düşeni aldı. Gazeteci Ahmet Şık da bunlardan biriydi. Sosyal medya paylaşımları ve haberleri nedeniyle tutuklanan Şık önce Metris ardından Silivri Cezaevi’ne götürüldü. Avukatı Can Atalay Şık’a Metris ve Silivri’de tecrit uygulandığını belirterek Metris cezaevinde kaldığı üç gün boyunca içme suyu verilmediği söyledi. Atalay, Şık’ın musluk suyunun içilebilir olmaması nedeniyle susuz kaldığını söyledi.
CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu geçtiğimiz hafta bazı yeni iddiaları da meclise taşındı. Tanrıkulu Başbakan Binali Yıldırım’ın yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesinde şu iki iddiayı sordu: “30 Ağustos 2016 tarihinde gözaltına alınan ve daha sonra tutuklanan bir kişinin Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde ağır işkence gördüğü, işkence nedeniyle ruhsal durumunun bozulduğu, söz konusu kişiye ‘bipolar’ teşhisi konduğu halde Sincan Cezaevi’nde görevli psikiyatri doktorunun rapor vermediği iddiaları basına yansımıştır. 2016 yılı ağustos ayında Ankara’da gözaltına alınan hamile bir kadının Emniyet Müdürlüğü nezarethanesinde doğum yaptığı, polislerin müdahale etmediği iddiaları da yine basına yansıyan haberler arasındadır. Bahse konu iddiada nezarethanede kalan hamile kadının, doktor ve hemşirenin olmadığı, temizlik için suyun bile olmadığı bir ortamda çığlık çığlığa, yalnız başına acılar içinde doğum yaptığı, yan tarafta kalanların bu çığlıklara şahit olduğu, ilgili gece tüm karakolun bu çığlıklarla inleyip durduğu, polislerin bu durumu umursamadığı, kadını doğuma götürmedikleri, kendi başına doğurduktan sonra aradan zaman geçtiği ve doktora götürmek zorunda kaldıkları ifade edilmektedir.”
Bir diğer CHP milletvekili Barış Yarkadaş da benzer iddialar gündeme getirdi. "Cezaevlerinde yaşanan insan hakları ihlallerinde patlama var" uyarısında bulunan Yarkadaş kendisine gelen iki şikâyeti basın mensuplarıyla paylaşarak, “Tutuklu Savcı Muzaffer Bayram'ın her iki kolu da bileğinden kırılmış. Buna ilişkin rapor da var. Ancak Muzaffer Bayram, buna rağmen hücrede tek başına tutuluyor” dedi. Yarkadaş’ın gündeme getirdiği bir diğer hak ihlali de İstanbul’dan. Annesi ile birlikte cezaevine konulan Miraz isimli bebeğe götürülen oyuncak ile resimli kitabın cezaevine alınmadığını belirten Yarkadaş "Miraz bebeğin babasıyla konuştum. Oyuncağı da kitabı da iade etmişler. Sekiz aylık bebeğin oyuncağının kime ne zararı olabilir! Zaten o bebeğin tüm hakları ihlal ediliyor. Üstüne üstlük bir de bu tür yasaklarla yaşamı cehenneme çevriliyor” diye konuştu. Yarkadaş Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’a ihlallere son verilmesi çağrısı da yaptı.
Şubat ayında PKK davaları nedeniyle cezaevinde bulunan onlarca kişi, hapishanelerdeki baskı ve uygulamalara tepki amacıyla açlık grevine başlamıştı. Eylemin ilk başladığı cezaevi İzmir’deki Şakran Cezaevi oldu. Bu eylem 45 günü geride bıraktı. Şakran’ı, Edirne, Ankara, Van’daki cezaevleri izledi. Şikâyetlerin bazıları şöyleydi: Çıplak arama uygulamasının dayatılması, haftalık 10 saat olan ortak alana çıkma hakkının ayda 10 saat ile sınırlandırılması, cezaevi idaresine ve cezaevi savcılığına verilen dilekçelere yanıt verilmemesi, kaloriferlerin bozuk olduğu ileri sürülerek kaloriferlerin yakılmaması ve sıcak suyun verilmemesi, sağlık sorunu yaşayanların hastane veya revire sevklerinin yapılmaması, yemeklerden her türlü yabancı maddenin çıkması, kantin fiyatlarının yüksek olması ve tarihi geçmiş ürünlerin satılması, bu ürünler nedeniyle hastalananların tedavi edilmemesi.
Bir süre sonra cezaevlerinde bulunan Kürt siyasetçiler de eyleme katıldı. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile DBP Eş Genel Başkanı Sabahat Tuncel’i beş milletvekili izledi.
Milletvekillerinin de greve başlamasıyla eylem ses getirmeye başladı. Demirtaş ve HDP Milletvekili Abdullah Zeydan’ın tutuklu bulunduğu Edirne cezaevindeki eylem yönetimin sorunların çözümü için söz vermesi üzerine kısa sürede son buldu. Fakat başka cezaevlerinde eylemler devam etti. Edirne cezaevindeki eylemin son bulduğu açıklandığı saatlerde Hatay Cezaevi’nde eylem kararı alındı. Şu an dört cezaevinde 85 civarı kişi açlık grevini sürdürüyor.
Diyarbakır Baro Başkanı Ahmet Özmen’e göre 15 Temmuz darbe girişiminden sonra cezaevlerindeki ihlallerde artış gözlendi. Al-Monitor’a konuşan Özmen, ihlalleri şöyle sıraladı: “Cezaevleri kapasitelerinin çok çok üzerinde tutuklu ya da hükümlü barındırıyor. Örneğin 750 kişilik bir cezaevi bin 700 civarında kişi barındırıyor. Bu bütün cezaevleri açısından geçerli. Bu yoğunluktan kaynaklı tutuklu, hükümlüler üç-dört kişinin kalabileceği odalarda yedi-sekiz kişi kalıyorlar. Yerlere yatak atılmış veya odaya tıkış tıkış yerleştirilmiş ranzalar var. Somut olarak bildiğim, 15 Temmuz sonrası özellikle sıcak su sıkıntısı. İki gün ve belli saat aralığında sıcak su veriliyor. Tutuklu ve hükümlüler kendilerine verilen yemeğin azlığından şikâyet ediyorlar. Kalitesi ve lezzetinin düşüklüğü bir yana, o konularda da şikâyetler var. Onun dışında porsiyonun küçük oluşu sıkıntısı var. Dolayısıyla beslenemediklerini dile getiriyorlar. KHK ile FETÖ sanıklarıyla yapılan avukat ya da aile görüşmelerinde, özellikle avukat görüşmelerinde hem görevli bulunuyor hem de kamera kuruluyor. Oradaki görüntüyü ve sesleri kayda alıyorlar. KHK’da olmamasına rağmen tüm suçlar için bazı cezaevlerinde standart bir uygulama olarak uygulanıyor. Hangi suçtan olursa olsun ne olursa olsun avukat görüş odasına yerleştirilmiş standart kameralar var, orada avukatın müvekkiliyle görüştüğü her şey kayda alınıyor. Bu hem haklar açısından bir ihlal, hem avukatlık mesleği açısından bir ihlal hem de tutkulunun savunma hakkını ortadan kaldıran bir hak ihlali. En kısa sürede sayı fazlalığının giderilmesi gerekiyor. Avukat müvekkil görüşmesinde mahremiyetlerin sağlanması gerekiyor.”
İhlallerin dönemsel olarak artıp azaldığına dikkat çeken Özmen, siyasi tutukluların daha çok hak ihlaline uğradığını söyledi. Açlık grevlerinin sona ermesi için cezaevi idarelerinin adım atması gerektekini vurgulayan Özmen “Açlık grevine gidişe sebep olan uygulama ve ihlallerin ortadan kaldırılmasıyla bu grevler sona erdirilebilir. (…) Hak ihlalinin bir kamu kurumu hapishane idaresi tarafından yapılabilirliğini savunmak mümkün değil. Temel hak ve hürriyetler çerçevesindeki hükümlü ve tutukluların itiraz ettikleri uygulamalar ortadan kaldırılarak, mevzuat çerçevesinde hak ihalelerinin bulunmadığı cezaevi ortamı yaratılması bu açlık grevi uygulamasını da ortadan kaldıracaktır” dedi. (Al Monitor)
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.