24 Kasım 2024
  • İstanbul3°C
  • Diyarbakır9°C
  • Ankara0°C
  • İzmir7°C
  • Berlin3°C

CEYLAN, DİREN, ERDOĞAN...

Ahmet Altan-

07 Haziran 2010 Pazartesi 17:59

Latinlerin çok sevdiğim bir sözü var.

“Zehri yapan dozdur,” diyorlar.

Dozunu ayarlayamadığın zaman her şey bir zehre dönüşebiliyor.

Türkiye, son Mavi Marmara Gemisi olayında, dokuz insanımızın canı karşılığında da olsa İsrail’i geriletti, Gazze ablukasına bütün dünyanın dikkatini çekti ve sonunda Amerika bile İsrail’e “ablukayı kaldır” demek zorunda kaldı.

Erdoğan’ın ve hükümetinin başarılı diplomasisi bu sonucu getirdi.

Bizim başbakanın “koşma” sorunu yok, önünü açık gördüğü anda koşabiliyor ama bir “durma” sorunu var, her zaman nerede duracağını tam kestiremiyor.

Dünya olaylarındaki başarısının rüzgârına kapılarak savruluyor ve yönettiği ülkedeki sorunları unutuyor.

Türkiye, sadece Gazze ablukasını kınamakla, orada acı çeken insanlara sahip çıkmakla kalmadı.

Buna bir de “Hamas” müttefikliğini ekledi ve Hamas’ı da sahiplendi.

Hamas’ı PKK ile kıyaslayanlara da çok kızdı Erdoğan.

Hamas’ın “seçim kazanmış bir parti olduğunu” söyledi.

“Seçime giren partilerle” bir sorunu olmadığı anlaşılıyor.

O zaman Başbakan’a sormazlar mı, “kapatılan DTP’nin yerine kurulan BDP seçime giren, parlamentoda milletvekilleri olan, belediyeler kazanmış bir parti değil mi?”

Hamas’a, “bütün terör uygulamalarını kınamazsan seninle konuşmam” demiyorsunuz da neden BDP’yle konuşmak için bu partinin mutlaka “terörü kınamasını” istiyorsunuz?

Hamas da, BDP de iki siyasi parti, neden “dışarıdaki” bir parti konusundaki tutumunuzla, “içerdeki” bir parti konusundaki tutumunuz birbirinden farklı?

Bu farklılık bir “çifte standart” yaratmıyor mu?

Güvenilirliğinizi zedelemiyor mu?

“Din” vurgulu partilere başka, Kürt vurgulu partilere başka mı davranıyorsunuz?

Dışarıda özgürlükçü, hoşgörülü, “direniş” destekçisisiniz de, içerde hiç mi “hoşgörünüz” yok?

Ayrıca, İstanbul’un kaderinin Kudüs’ün kaderine bağlı olduğunu söylemek tam ne anlama geliyor?

Başka ülkelerdeki şehirlerden de mi Türkiye sorumlu?

Kendi ülkesindeki “şehirlerin” sorunlarını çözememiş bir ülkenin, başka ülkelerin şehirlerinin kaderini kendi şehirlerinin kaderine bağlaması biraz garip kaçmıyor mu?

Kudüs’ü bizim için bu kadar önemli kılan ne, “kutsal” bir kent olması mı?

Öyleyse Mekke’yle Medine’nin kaderi de İstanbul’un kaderine bağlanacak mı?

Türkiye ve Türkiye’nin başbakanı, bütün insani trajedilere duyarlıysa, Darfur’da yaşananların, Tamillerin başına gelenlerin de Türkiye’nin gündemine girmesi gerekmez mi?

Gazze’deki ablukaya karşı çıkmak çok doğru, çok haklı bir davranıştı ama işi Gazze’den Hamas’a, Kudüs’e kaydırmaya başladığınızda sorularla karşılaşmanız kaçınılmazdır ve bunlara mantıklı cevaplar veremezsiniz.

Gazze’deki ablukayı kınamanızı, o ablukanın kalkması için uğraşmanızı herkes saygıyla karşılar ama Kürt sorununu çözmeden önce Filistin sorununu çözmeye kalkarsanız, “önce kendi vatandaşlarının dertlerine derman ol” derler.

Ama beni en çok şaşırtan, Başbakan’ın “çocuklar” konusundaki duyarlılığının “içerde” eksilmesi.

O küçücük Ceylan bir mezrada askerî bir bombayla parçalanarak öldüğünde ailesine bir telefon edip başsağlığı dilemediniz.

Filistinli çocukların çektiği acılar konusunda ne kadar duyarlı olduğunuzu biliyoruz ama aynı duyarlılığı kendi ülkenizdeki bir Kürt çocuğuna göstermediğinizde, duyarlılığınız “politika” kokmaya başlamaz mı?

Neden Ceylan’ın ailesinin acısını paylaşmadınız?

Kürt olduğu için mi?

Türk Ordusu’na ait bir bombayla parçalandığı için mi?

Filistinli olmadığı için mi?

Önceki gün on yaşındaki Diren şehir içinde inanılmaz süratle giden bir polis panzerinin altında kalarak öldü.

Ailesini aradınız mı?

Bir başsağlığı dilediniz mi?

Başka çocuklar da ölmesin diye, Güneydoğu şehitlerinin sokaklarında cehennem hızıyla dolaşan polis araçlarına yavaşlamaları ya da güzergâhlarını değiştirmeleri için emir verdiniz mi?

Ceylan’ın, Diren’in, onlar gibi nice Kürt çocuğunun ölümü sizin içinizi sızlatmıyor mu?

İnsanların acılarına, kederlerine, sorunlarına duyarlı olmak, o insanlar için çareler aramak çok “saygıdeğer” bir davranıştır ama tek bir şartla...

Bütün insanlara, dinlerine, ırklarına bakmadan aynı şefkati gösterdiğiniz zaman.

Kürt çocukları için üzülmez de sadece Filistinli çocuklar için üzülürseniz, o insanca duyarlılığın içi boşalır ve kof bir politikaya döner.

Hakkı, hukuku, acı çeken insanları sadece Ortadoğu’da değil Türkiye’de de savunun...

Savunun ki Kürt çocukları da Filistinli çocuklar kadar güvenebilsinler size.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.