24 Kasım 2024
  • İstanbul5°C
  • Diyarbakır11°C
  • Ankara2°C
  • İzmir9°C
  • Berlin12°C

CESETLERDE RUH ARAMAK...

Fatma Barbarosoğlu

11 Ağustos 2010 Çarşamba 15:48

"Yunanlılar, gömülmeyen ölülerin ruhlarının en huzursuz ve yıkıcı ruhlar olduğunu biliyordu" (Ninni, Chuck Palahnıuk sh.129)

Temmuz'un ortasıydı. İstanbul Modern'de sergilenen "Body Worls"u gezdim. Namı diğer adıyla ceset sergisi. Gazeteden arkadaşlara ceset sergisine gideceğimi söyleyince korkmayacak mısın diye sordular. Cüssemden umulmayacak bir cesarete sahip olduğum söylenir öteden beri. Lakin ben bu korkmayacak mısın sorusuna takıldım. Korkuyu hiç aklıma getirmemiştim. Ölülerden niye korksun ki insan?

Fakat sergiye gidip gitmemek konusunda epey bir kararsız kaldım. Ölü bedenlerin teşhir edilmesi üzerinde uzun uzun düşündüm. Bu sergiyi gezerek bazı insanların ölüsüne saygısızlık edilebileceğini mi söylemiş olacaktım? Tek tereddüt noktam bu idi. Lakin sonunda tanıklığımın, etik kabule değil, mesleki bir zorunluluğa çıkacağına kanaat getirerek sergiye gittim.

Etkilendim mi? Hayır. Sergiyi görmeden önceki eleştirilerim devam ediyor muydu? Evet. Sadece bir yeni eleştirim daha vardı. O da sergiyi çok pahalı buldum.

Ben sergileri birkaç defa dolaşırım. Önce spontane olarak dolaşırım. Hatta beni bir defasında uyarmıştı. Dışarıdan seni gören sergi gezmeyi bilmediğini sanır diyerek. Önce çok hızlı bir şekilde dolaşırım. Sonra otururum biraz. Hızlı olarak dolaştığım sırada bende kalan ne diyerek gözlerimi kapatıp içime bakarım bir müddet. Sonra tekrar dolaşırım. Tekrar otururum. Üçüncü dolaşmada serginin teması ile bende kalan temasının örtüşüp örtüşmediğine bakarım. Bazı sergiler çok kötü düzenlendiği için bu kadar emeği kaldırmaz. Girer çıkarsınız .

"Body Worlds" sergisinde ilk dolaşmada dikkatimi çeken sergilenen "bedenler"e eşlik eden akla ve ruha vurgu yapan yazılar oldu. Bedenler dedim de belki siz bu serginin nasıl bir şey olduğundan haberdar değilsiniz. Öyleyse kısaca anlatayım.

Alman bilim adamı Gunther von Hagens "plastination" denilen bir yöntemle cesetleri çürümez hale getiriyor ve bunları değişik temalar altında sergiliyor. 200'den fazla insan bedeni parçasının bulunduğu sergi bugüne kadar 60 ülkede 30 milyondan fazla ziyaretçiye ulaştı.

Diğer şehirlerde sergilenen "çürümez cesetler" dikkate alındığında İstanbul'da sergilen cesetlerin sayısı bir hayli azdı. Çünkü ahlaka mugayir sergilemeler İstanbul için iptal edilmişti.

Vücut bağışı için ikna edici cümleler kurmuş sergiyi hazırlayanlar. Ama bu ikna edici cümlelere eşlik eden hikayeler yok. Neden? Bilime katkı için bedenini bağışlayan insanlar bir isim olarak kalmak istemezler miydi?

Bu soruların cevapları ile çok ilgiliyim. Çünkü dünyanın bir çok şehrinde sergilenen bu "ölü bedenler"in bağış olmadığı; el konulmuş cesetler olduğu rivayetleri dolaşıyor ortalıkta.

Bilime katkı olsun diye bedenini kara toprağa ya da kül edecek fırınlara vermeyip de sergi salonlarında diğer insanlar için "gösterim"e sunan kimseler bir öz yaşam hikayesi ile bize ulaşamazken; serginin sahibinin kendisini fazlasıyla özne kılmasına takılıyorum.

Serginin sahibinin kendisini özne kıldığını nereden mi çıkarıyorum?

Sergi salonunda cesetlerin "sahne" için hazırlanış sürecini anlatan video filmler de gösteriliyor. Mavi önlüklü çalışanların arasından birisi giydiği fötr şapka ile diğerlerinden ayrılıyor. Böylece kendisini görünür kılıyor ve özneleştiriyor. Oyunun patronu olarak orada duruyor. Kim bu adam?

Hem dinlenip, hem de iki defa videoyu seyrettikten sonra tekrar giriyorum sergiyi gezmeye. Fötr şapkalı adamın serginin sahibi olduğunu fark ediyorum: Bay von Hagens.

Sergi, tıp eğitimi almayanların, insan bedenine dair duyduğu merakları giderme gibi bir misyon üstlendiğine ikna etmeye çalışıyor ziyaretçileri. Serginin sunmuş olduğu bu imaja ziyaretçi defterini imzalayanların sonuna kadar inandığını görüyoruz.

Ünlü edebiyatçı ve filozofların ruh ve akıl üzerine görüşleriyle desteklenmeye çalışılmasına rağmen serginin "ruh" u yok.

II-

2010 yılı Ramazan'ının ilk orucuna niyet ettiğimiz bu gün, ortadan kalkmış bir sergiyi sizlerle paylaşmış olmamı manasız bulabilirsiniz. Onun için durumu izah etmeme izin veriniz. Bu yazıyı yazalı bir hayli vakit olduğu halde Ramazan'ın birinci gününde yayınlamayı tercih ettim. Çünkü böylece ben bu yazıyı yayınladığımda hem sergi çoktan kapanmış olduğu için serginin duyurulmasına bir katkıda bulunmamış hem de sizleri ruh üzerine ölüm üzerine düşünmeye davet etmiş olacaktım.

Ramazan ayı bedenimizden azat olmanın temrinini yaptırır bize. Bu temrini yapabilmek için öncelikle orucun gizli bir ibadet olduğunu akılda tutmamız gerekiyor.

Oruç gizli bir ibadettir. Diğer bütün ibadetlerimizin bir tanığı vardır muhakkak. Cemaatle kılınan namaz, binlerce kişi ile birlikte yapılan hac, en az bir kişinin tanık olduğu zekat (yani zekatımızı verdiğimiz kişi ya da kurum). Hepsinin bir tanığı vardır. Ama oruç vücudun ve kalbin oruca niyet etmesi ile sadece Allah ile bizim aramızda kalır. Daha doğrusu makbul olanı budur. Oysa biz orucumuzu gizlemek yerine, sürekli söyleniyoruz. Sürekli şikayet edi-yoruz. Oruçlu olduğum için, oruçtan dolayı, zaten oruç başıma vurdu gibi cümleleri gün boyu kuruyoruz.

Hal böyle olunca aç kalıyoruz ama aç kaldığımız oranda ruhumuzu besleyemiyoruz.

Dil ile niyet ettiğimiz kadar kolayca hal ile oruca niyet edemiyoruz.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.