CEMAATLER DİYARINDA KÖRDÖĞÜŞÜ
Ali Bayramoğlu
10 Temmuz 2013 Çarşamba 08:38
Türkiye yıllardır derin bir girdaba kapılmışçasına rejimin esasına, sistemin özüne ilişkin tartışmaların içinde kavrulup gider. Kendisiyle, kendi farklılıklarıyla, kendi tarihiyle tanışmayan, barışmayan bir toplumsal dokunun dışa yansımasıdır aslında bu girdap.
Kendisiyle kavga eden, kendisine ait kültürel, tarihi, dini her unsuru o güne yönelik siyasi işlevlerle faydacı bir şekilde tanımlayan, böyle yaptıkça o unsurlarla ya da o unsurlar etrafında çatışma yaşayan ve çatışmayı siyaset olarak tanımlayan bir dokudur bu.
Bu dokunun milliyetçiliği de, solculuğu da, İslamcılığı da, liberalliği de kendisine has olur.
Malum çatışmadan, dipsiz bütünleşme krizinden, aşırı siyasallaşmadan ve faydacılıktan beslenir.
Türkiye'nin temel sorunlarından birisi kendi kültürü, tarihi, toplumsal farlılıkları ve dinamikleriyle yüzleşme sorunudur.
Her krizde, her 'yeni' durumda, her girdi karşısında savrulmamız, dağılmamız, kutuplaşmamız, yer ve ittifak değiştirmemiz buradan kaynaklanır,
Böyle durumlar, döner dolaşır, bildik çatışmaları, ayrışmaları tekrar gündeme getirir ve derinleştirir.
Bugün Gezi olayları, Mısır'da darbe tartışmaları üzerinden girdiğimiz gergin iklim, kutuplaşmış ruh hali, algıda (leyhte olsun aleyhte olsun) iktidar-rejim özdeşliği üzerine kurulu tüm referansları itibariyle tanıdık bir durumdur.
Gelişmeler karşısında (istisnalar bir yana) önce siyasi tavırlar, gardlar alınıyor, ne olup bittiğine daha sonra bakılıyor. Siyasi pozisyon düşünceyi, anlamayı, tartışmayı ve ilkeyi ezdiği dönemlerden birisi, diyelim. Gezi hadisesinin içerdiği yeni sosyolojik vurgulara, hallere rağmen bu tür kuraklığın içine düşmüş olmak acıklıdır, ama gerçektir.
Zira Türkiye toplumsal dokusu açısından da kırılganlık dozu yüksek bir ülke...
Ezelden beridir, farklıların ve farklılıkların kaynadığı, ancak bunların sadece yan yana, aslında ayrı ayrı yaşayabildikleri bir diyar...
Burada aradığımız hep aynı şey olmuştur, benzerlerimizle yaşamayı, benzerlerimizi üretmeyi arzu etmişizdir.
Bu yüzden bugün hâlâ, dindar ya da laik, solcu ya da sağcı, çoğumuz bir cemaat içinde yaşar, bunu yüceltir ve bu yaşam tarzının kavgasını veririz.
Bu yüzden 'siyaset tanımımız' başka diyarlardan farklıdır.
Siyasetten anladığımız bir yanıyla 'kendi cemaatimizi ve değerlerini değişime kapamak, en katıksız haliyle muhafaza etmek'tir.
Diğer yanıyla siyasete mücadele anlamını veririz, ama faydacı bir mücadele... Özetle 'siyasi meselelerimiz temel olarak kendi topluluğumuzun kültürel değerleri ve maddi imkanları açısından yaşam alanını diğer toplulukların aleyhine genişletmek arayışı' üzerine oturur...
'İlke' yerine 'fayda'yı merkez alırız ama, bunu kendimize bile itiraf etmeyiz...
Yine aynı kördöğüşündeyiz…
Çağdaşlık ve demokratlığı, 'kendisine benzeyeni talep etmeye ve yüceltmeye' indirgeyen, kendisinden farklı olanı ise yargılayan ve dışlayan' bu ataerkil ve köktenci kültür, bir süre daha başımızı ağrıtacak gibi duruyor...
Önümüzdeki dönemde, sorunların çözümünde özgürlük fikri ve ortak demokratik değerler etrafında ne kadar buluşulabileceği önemli bir soru olacak.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.