CEMAATİN GÜÇ GÖSTERİSİ
Ali Bayramoğlu
26 Aralık 2014 Cuma 07:25
Hanefi Avcı’nın cezasının onanması bir meydan okuma, cemaatin bir güç gösterisi olarak yorumlanabilir. Aynı durum Balyoz davasıyla ilgili de karşımıza çıkmıştı. Delillerin niteliği, geçerliliği, sahteliği gibi konuları genel bir yorumla bir kenara iten Yargıtay 9. Ceza Dairesi topyeküne yakın bir onama kararı vermişti.
Sorun devam ediyor, bir yargı sorunu olarak devam ediyor.
Bu yargı sorununu iki yer özellikle simgeliyordu.
HSYK’nın 1. (atama) ve 3. (denetim) daireleri ile özel yetkili mahkeme kararlarının, tüm kritik davaların son yargı makamı olan Yargıtay 9. Ceza Dairesi.
HSYK değişikliği sonrası bu kurumda cemaat tekeli kırıldı.
Yargıtay ise sorun olmayı sürdürdüğünü bir daha kez kanıtladı. Aslında yürürlüğe giren yeni yargı paketi özellikle bu sorunu çözmeyi, özel yetkili mahkeme kararlarını 9. Daire'den kurtarmayı amaçlıyor. Ancak önce yargıtaya yeni üyeler seçilmesi gerekecek. Ardından Yargıtay Başkanlık Kurulu daireler arasındaki iş bölümünü yapacak ve buna ilişkin karar Resmi Gazete'de yayımlanacak.
9. Daire'nin Avcı dosyasında, değişime ramak kala, “yangından mal kaçırır” gibi davrandığı dikkate alınırsa, “meydan okuma”nın varlığı da kendiliğinden ortaya çıkar.
Cemaatin emniyet ve yargı kollarına karşı yapılan operasyonlara, temizlik için çıkarılan ve zaman zaman hukuk devleti kurallarını zorlayan kimi yasalara, cemaatin basınına yönelik kimi takibatlara, siyasi iktidarın salt otoriterleşme kastı ve arayışı olarak bakan anlayışın bu tabloya vereceği yanıt nedir dersiniz?
Siyasi iktidarın otoriter kimi tutum ve uygulamalarını ya da yolsuzluk dosyalarını dikkate almamak demokrasi ve demokratik zihniyet açısından ciddi sorundur, buna hiç şüphe yok.
Ancak cemaatin kuşatma planını, yargının ve emniyetin içinde bulunduğu durumu görmezden gelmek, daha da öte bu “mafyatik yapı”nın onu demokrasinin ve muhalefetin temsilcisi kılmak da başka ciddi bir sorundur.
Biraz daha hafif duran, “cemaat ve siyasi iktidar birlikte iş tuttular” bakışı yaşadığımız sorunu ortadan kaldırmıyor. Dahası (bu vurguyu yapanlar arasındaki kimi istisnalar dışında) bu tür bir “seyirci konumu”na çekilme, siyasi iktidarın hukuksuzluklardaki siyasi sorumluluğu ile cemaatin operasyonel sorumluluğunu eşitlemiyor, aynılaştırmıyor. Doğru bir siyasi okuma ve bir doğru siyasi tavır, ikisi arasındaki ilişki kadar mesafeyi anlamayı da gerektiriyor.
Muhalifler, yandaşlar, tarafsızlar dün gece Ruşen Çakır’ın yaptığı 4 saatlik Hanefi Avcı röportajını dinlediler mi bilmem?
“Dinle, açık yakala, olmazsa tezgah kurmak için malzeme topla, ya stokla ya da ihbar mektubu yaz dava aç, tasfiye et, cezalandır, santaj yap, hedef sisteme tam yerleşmek ve ülkeyi geri planda yönetmek...”
Tablo budur.
Bununla başetmenin yolları basit değildir.
Dün söylediğimi tekrar etmek isterim:
Başta siyasi iktidar olmak üzere, parlamentoda grubu bulunan tüm partiler bu “teşkilatlanma”ya karşı demokratik bir eylem planını hızla gündeme getirmelidir. Gerekirse bu netameli davaların yeniden ele alınması için yasa çıkarılmalıdır. Yargıçlar ve polis atamasında sadakat sistemi terkedilmeli, atanmasında liyakat esasları güçlendirilmelidir. Bu ülkenin aydını, yazarı bu teşkilata yönelik her hamleyi bir otoriterleşme dalgası olarak lanse etmekten vazgeçmelidir.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.