21 Kasım 2024
  • İstanbul6°C
  • Diyarbakır11°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin1°C

CEMAAT MESELESİ ÜSTÜNE

Nabi Yağcı

20 Şubat 2012 Pazartesi 08:42

MİT- Yargı- İktidar kavgasında en çok konuşulan konu Gülen Cemaati oldu. Gülen Cemaati üstüne herkesten fazla bilgiye sahip değilim. Bu alanda uzman sayılan yazarların yazılarını, Cemaatçi olarak adı geçen yazarları dikkatle okumaya çalıştım. Sonuçta beni asıl ilgilendiren şey, Cemaat’in ne olduğundan çok Cemaat-iktidar ilişkilerine dair basının aldığı tutum, gösterdiği ilginç yaklaşım oldu.

Gülen Cemaati’yle ilgili derinlemesine bilgim olmasa da, cemaat tipi toplumsal örgütlenmelerin Osmanlı’da yeri ve rolü konusunda dünden farklı olarak biraz daha derine inen bilgilere sahibim. Hem Osmanlı’nın kuruluş özelliğinden, hem Anadolu İslam’ından gelen özgün ilişkiler üstüne doğan cemaat tipi örgütlenmeler son derece doğal örgütlenme tipidir. Cemaat denince bizdeki yerleşik önyargılar akıllara hep din merkezli imgelemeler getirir, bir cami cemaati gibi. Kuşkusuz o da cemaattir ama cemaat kavramı daha geniş bir anlama sahiptir. Din bağlamlı olsa bile daha geniş anlamıyla inanç bağlamlı topluluklardır cemaatler; devlet yanlısı egemen inançlar üstüne oturabildikleri gibi genellikle devlete mesafeli toplumsal örgütlenmelerdir. Mezhep ve tarikat farklılıkları üstüne oturan örgütlenmeler cemaat tipi örgütlenmelerdir. Osmanlı’da sivil toplum örgütlenme biçimleridir. Sonuç itibariyle cemaat “topluluk” anlamınadır.

Osmanlı toplum ve idari yapılanması içinde, bu cemaat tipi örgütlenmeler çoğu zaman toplumsal/siyasal muhalefet rolünü üstlenmek gibi önemli bir işleve de sahiptirler. Bu yapılanmaları tasfiye etmede bütün kararlılığına karşın Kemalist rejimin en başarısız olduğu alan da yine bu alan oldu.

Çok topluluklu anlayış

Aydınlanma çizgisi üstünde gelişen Batı tipli modernist tasavvurun vaat ettiği salt vatandaşlık haklarına dayalı homojen toplum anlayışı bugün Batı’da dahi kalıcı olamamıştır. Günümüzde meşru görülen farklılık hak ve özgürlükleri yalnız bireysel farklılıklar değil topluluklar biçimindeki farklılıkları da kapsar biçimde genişlemiştir. Batılı olmayan bir tarihsel/toplumsal geleneğe sahip ülkemizde bu tip örgütlenmeleri içerdikleri amaç ve düşüncelerden bağımsız olarak sağlıklı bulurum. Her topluluk, kendi yaşam tarzlarını, elbette öteki toplulukların yaşam tarzlarını yok etmek gibi bir amaç taşımadıkları sürece kurabilmelidirler. Yukarıdan aşağıya dayatılan hukuken tanınmış vatandaşlık haklarıyla sınırlı bir toplum anlayışı kanımca artık eskimiştir. Eski ama eskimemiş olan heterojen, çok topluluklu- çoğulcu bir yaşam tarzı anlayışının kendini günümüze taşımaya başladığını düşünüyorum. Kürt meselemize de böyle bakmak çözümü getirebilir.

Bunları kısaca not ettikten sonra Gülen Cemaati’yle ilgili basında yer alan yaklaşıma baktığımda anlaşılması zor noktalar görüyorum. Cemaat-AKP ilişkisi, AKP eğer iktidar partisi olmasaydı bir sorun oluşturmazdı, aralarındaki çelişkiler her iki tarafı ilgilendiren bir durumdan ibaret kalırdı. Ne var ki bugünkü durum bu değildir, AKP iktidar partisi olarak devleti elinde tutmaktadır; dolayısıyla Cemaat-AKP ilişkisi kamu hukukunu ilgilendiren bir ilişki mahiyetindedir. Öyle olduğu içindir ki bu ilişki saydam olmak zorundadır. Ama öyle olmadığı içindir ki herkes soruyor; “Nedir bu cemaat? Sınırları nerede başlayıp nerede biter? Ne yapmak istemektedirler? Sorumluları kimlerdir?” Bu sorulara köşe yazıları düzeyinde yanıtlar bulmak artık kimseyi tatmin etmeyecektir. Tekraren altını çizmeliyim, basından öğrendiğimiz doğruysa eğer, –ki doğru görünüyor–, Gülen Cemaati siyasete açık müdahil olma durumunda olmasaydı bu sorular da o denli önemli olmayacaktı.

Kamuoyunda bu soruların varlığına karşın, basında Gülen Cemaati sanki yasal kurulmuş bir siyasi parti imiş gibi konumlandırılıyor. Defacto durum bu denebilir ama eğer siyaseti doğrudan ilgilendiren bir ilişkilenme tarzı saydam değilse o ilişkiler demokratik denetim dışı kalır. Denetlenemez ilişkilerin süreklilik gösterdiği yerde ise gelenekselleşen şey derin devlet tarzı bir yönetim anlayışı olur ki; o durumda, birden fazla derin devlet ortaya çıkar ve saray veya saray-içi darbeler kaçınılmaz olur. Siyasi analizlerde spektaküler yorumlar nesnel analizlerin yerini alır. Tam da MİT- Emniyet- Yargı- İktidar depreminde karşılaştığımız sayısız spekülasyonlar gibi.

Kökleri altı yüz yıllık ve daha da öteye giden geçmiş, tarihsel mirasımızdan bugün için de geçerli olabilecek olumlu deneyleri almaktan yanayım. Örneğin devlete mesafeli duran, yeri geldiğinde destekleyen yeri geldiğinde eleştiren Fütüvvet/ Ahi geleneği gibi geleneklerden esinlenmek, onları güncelleyerek kültürleştirmek çok sıcak baktığım bir yaklaşımdır, ama, aradan en azından asırlar geçmiş olduğunu, bugünün dün olmadığını unutmadan. İkincisi yine o geçmişin kötü geleneklerinden yani “saray içine hapsolmuş yönetim” anlayışlarından temizlenmek koşuluyla...

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.