CELÂLETTİN CAN’DAN, MUSTAFA YALÇINER’E
Halil Berktay
23 Mayıs 2012 Çarşamba 08:14
Planlı yazmak istiyorum ama yazamıyorum bir türlü. Bir tür “inkâr cephesi” oluştu ya. Her gün bu cephenin yeni bir gafına tanık oluyoruz. Bu da “tartışmanın güncelliği”ni takip etmeyi gerektiriyor.
Nedir, gaf dediğim ? Ya Celâlettin Can gibi, 1 Mayıs 1977 “kahramanlık”larını anlatayım derken, benim “rezillik” diye tarif etmeme çok kızılan gerçekleri ortaya döküveriyor (ve bir yandan da pek yukarıdan konuşmaya devam ediyorlar, Can’ın “Berktaygiller”e çatmasındaki sahte üstünlük havaları gibi).
Ya da, Mustafa Yalçıner (Taraf, 19 Mayıs) gibi, başka türlü bir çelişkiye düşüyor; “devlet tertibi” iddiasının “dışarıdan saldırı” varyantını hiç değiştirmek ve yumuşatmaksızın, olduğu gibi tekrarlayayım derken, son üç haftada bile nelerin ortaya döküldüğünden tamamen habersiz olduklarını sergiliyorlar –ki bu da sonuçta bumerang gibi, dönüp dolaşıp o “dış saldırı” tezinin çürüklüğüne vuruyor.
Önce şunu hatırlatayım : Mustafa Yalçıner kim? Halkın Kurtuluşu’nun o zamanki lider kadrosundan. Halkın Kurtuluşu ne ? 1 Mayıs’ı “revizyonist”lere bırakmayacağız diye Taksim meydanına dışarıdan, ayrı bir kortej olarak, illâ kendi sloganları ve pankartlarıyla girmekte sonuna kadar inat eden “Üçlü Blok”taki en güçlü, en kalabalık örgüt. Onların tutumunu (“devlet tertibi”nde israrlı olan) Mehmet Karaca bile “makinelerimizle geliriz...” diye özetledi (CNN Türk, 4 Mayıs). Başka konu ve noktalardaki ayrılıkları ne olursa olsun, herkes ilk silâhların Tarlabaşı tarafından gelen “Üçlü Blok” DİSK barikatına dayandığı sırada, Sular İdaresi’nin arkasında atıldığında; çatışmanın, kargaşanın, paniğin, her neyse, burada(n) başladığında hemfikir. Önümüzdeki günlerde, gene o zamanki “Üçlü Blok”un Halkın Yolu grubundan faraza Dilâra Kâhyaoğlu’nun çok uzun, Müfit Özdeş’in ise daha kısa fakat toparlayıcı tanıklıklarını (bir dizi TKP-DİSK tanıklığıyla yan yana koyarak) yayınlayacak ve satır satır tahlil edip yorumlayacağım.
Belki şimdiden görüldüğü (zaten bilindiği), ama o zaman daha da açıklık kazanacağı gibi, bütün bunların işaret ettiği çok bariz bir nokta var : hem 1 Mayıs 77 faciasından, hem hızla örtbas edilip bir “devlet tertibi” efsanesine dönüştürülmesinden, eh, derece derece bütün sol sorumlu –ama herhalde en fazla, hem de açık arayla en fazla “Üçlü Blok” sorumlu. Yeri gelmişken söyleyeyim; mütehakkim tavırlarıyla ideolojik katılaşma ve düşmanlaşmada (yani genel arkaplanda) ne rol oynadıkları bir yana, ben TKP ve DİSK yönetimini de eşit derecede sorumlu görmüyorum bu açıdan. Evet, daha yumuşak davranabilirlerdi. Ama unutmayalım, en azından yasal olarak (ki yasallık benim için çok önemli), onların mitingiydi sonuçta. Onlar insiyatif göstermiş, bir komite kurmuş, resmî makamlara başvurup izin almışlardı. Ulaşmış oldukları gücü ve DİSK’e hâkim olmalarını beğensin beğenmesin başka herkese, 1 Mayıs bizim de 1 Mayısımızdır (ve biz de o meydanda istediğimizi yaparız) diye tutturmaktansa, bu konumu kabullenip saygı göstermek düşerdi.
Buradan Mustafa Yalçıner’e dönersek; sol için en büyük kırılma noktası olan, sonrasında her şeyin baş aşağı gittiği 1 Mayıs 1977’nin sorumluluğunu devlete yıkacak bir “susuş kumkuması”nda belki herkesin çıkarı olageldi; ama (zaten kendi icat ettiklerini göstereceğim) bu tertip hikâyesine Mustafa Yalçıner gibi bazı eski fraksiyon liderleri herkesten çok muhtaç. Açıkçası, yalanda çıkarı var. Bu da her dediğini şaibeli kılıyor.
Esasen Mustafa Yalçıner tanıklık değil bir kanaat sunuyor. “Dünya âlem biliyor ki” diyor, Amerikalılar geldi, CIA örgütledi, Kontrgerilla yaptı. Bu bir amentü tekrarı : Allahın tekliğine ve meleklerine ve kitabına ve resulüne ve kıyamet gününe inanırım. Aksi küfürdür. Her Müslüman için bunu çocuklarına öğretmek farz. Her solcu da 1 Mayıs 1977’nin Amerika-CIA-Kontrgerilla-devlet işi olduğunu aile içinde aktarmak zorunda.
Peki, devlet sol içi düşmanlıkları kullanmış olabilir mi ? Aynen Bülent Uluer’in (4 Mayıs CNN) “bizim mahalle” tavrı : “Bu ayrı bir tartışmadır. Bu tartışmayı yürütmeye gerek yok.” Suçluluk kompleksinden başka neden olabilir ?
Sular İdaresi üzerinden polislerin uzun namlulu silâhlarla ateş açtığı, kameralarda varmış. Hayır, yok. Sular İdaresi üzerinden sağa sola bakan eli tomsonlu polisler var, ama onları ateş ederken gösteren tek bir görüntü yok. 35 yıl önce icat ettikleri çarpıtmayı hâlâ tekrarlıyor.
Silâhlar. “Birkaç tane vardır sağdan soldan getirilmiş... bilmiyorum, vardır... Hadi 10 tane olsun, hadi 20 tane olsun...” Ayıp, hele artık iyice ayıp. Celâlettin Can, bir “saldırı”ya karşı hazırlanıp sadece Dev-Genç olarak en az yirmi kişilik bir “özel güvenlik birimi”yle geldiklerini ve kâh Sular İdaresi, kâh İntercontinental yönüne ateş ettiklerini tane tane anlatmış. O sırada Halkın Kurtuluşu, en silâhlı gruplardan biriydi. Mehmet Tav, Halkın Kurtuluşu’ndan bir arkadaşının kürsüye doğru hedef gözeterek ateş ettiğini ve tanındığını anlayınca silâhını beline sokup uzaklaştığını yazmış (Taraf, 13 Mayıs). Yalçıner ise saf havalarda “birkaç tane vardır sağdan soldan getirilmiş” diyor. Şaka gibi. Halkın Yolu tanıklıklarını yayınladığımda, ne diyeceğini çok merak ediyorum doğrusu.
Bir de Hüseyin Ergün var bu arada. Ben artık sosyalizm üzerine bir sol inşa edilemez dediğimde, (sosyalizm uygulaması derken herkes komünizmi anladığı ve komünistler için de sosyal demokrasi bizatihî döneklik demek olduğu halde), “sosyalizm = sosyal demokrasi” ve “dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” havasında atlamıştı ortaya. Şimdi de (Taraf, 19 Mayıs) Celâlettin Can’ın açık ikrarına karşın “Sol gruplardan böyle bir şey gelmedi” demiş. Bu kadar garibi ve aşırısını kimse söylemedi. Kimbilir, böylece partisine akın akın solcu gelecek sanıyordur.
Nihayet kamyonet, illâ kamyonet.
Kamyonetsiz hiçbir şey olmuyor.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.