21 Kasım 2024
  • İstanbul6°C
  • Diyarbakır11°C
  • Ankara14°C
  • İzmir19°C
  • Berlin1°C

ÇATIŞMAYA RAĞMEN DEMOKRASİ

Nabi Yağcı

08 Eylül 2011 Perşembe 01:52

BDP kongresinde “Meclis’e katılmanın koşulları henüz yok” kararı barışın yakın olmadığı ve kamuoyundan yükselen barış taleplerinin de BDP üstünde fazlaca etkili olmadığını gösteriyor. BDP’nin kongre kararının barış ve demokrasi beklentileri açısından şok bir karar olmasa bile düş kırıklığı yaratan bir karar olduğu açık.

Öyle görünüyor ki Ortadoğu’da yeni dengeler belirginleşene dek hükümet de PKK de barış yönünde radikal bir adım atmayacakları gibi barışa kendilerini zorlayacak, angaje edecek pozisyonlardan da uzak duracaklar. Bu ise iki halk için daha çok gözyaşı anlamına geliyor. Nitekim yine bir saldırı yine masum insanların yitimi...

Bu ülkeye bugün olmazsa yarın barış gelecektir. Barış geldiğinde konuşacağımız şey silahlar değil demokrasi olacak. Madem öyle olacak daha fazla demokrasiyi şimdiden konuşalım. Kim daha fazla demokrasinin konuşulmasının önünü “barış olmadan demokrasi olmaz” diye kesmeye kalkarsa biliriz ki bunu diyenler gerçekte barışı samimi olarak istemeyenlerdir. Zira eğer daha fazla demokrasi hayata geçebilmiş olsaydı, 12 Martlar, 12 Eylüller, 28 Şubatlar olmasaydı savaş da olmayacak, bunca masum insan ölmeyecekti.

Kürt sorunu elbette demokrasi sorunumuzun merkezinde duran bir sorundur ama demokrasimizin tek sorunu da Kürt sorunu değil. Ayrıca çatışmacı ortam demokrasi konularına dikkat vermeyi de zayıflatıyor. Kim kimi yenecek meselesi çıkmaz bir sokak ama o sokağa girince başka meselelerimiz de çıkmaza giriyor. Örneğin bu ortamda yeni bir anayasa yapılamaz diye düşünenler hiç de az değil, üstelik tümden haksız da sayılmazlar.

Çevrede “Kürt sorunundan başka sorunumuz yok mu” diyenlerin arttığını her halde görüyorsunuz. Çatışmalar artarak sürdükçe böyle düşünenler daha da artacak. Köşe yazılarına bakmak yeter, son yıllarda Kürt meselesi dışında neredeyse başka konularda yazamaz olduk. Sözün bittiği değil ama anlamını yitirdiği bir noktaya doğru gidiliyor.

Ne var ki bu doğru tesbit tehlikeli bir tesbittir aynı zamanda. Zira böyle düşünmek kayıplar karşısında vicdanların nasırlaşması tehlikesini beraberinde getirir. Vicdanların sustuğu yerde ise meydan vicdansızlara, silahşorlara kalır. Hatta çatışmalar, ölümler karşısında kayıtsızlık giderek Kürt sorununda da kayıtsızlığa dönüşür.

Öyleyse ne çatışmalara kayıtsız kalmak doğru ne de çatışma ortamına teslim olmak.

İşte bu kaygılarla farklı bir yaklaşıma ihtiyaç olduğunun altını çizmiştim. Demokrasiyi barışa değil barışı demokrasiye endekslemek gerek derken.

Ama nasıl?

Kurşunlara söz geçiremiyorsak kurşun vızıltıları altında da olsa daha çok demokrasi hedefi üstüne düşünerek, tartışarak ve eyleyerek. Bu dediğim somut olarak yeni anayasayı tartışmaya yeniden başlamak demektir, ama bu değişikliği beklemek zorunlu değil. Hatta yeni anayasa eylemli biçimde tartışılmalı yani biryandan da daha fazla demokrasi için adımlar atılmalı. Demokrasi için hayati önemde mücadele hedefleri var önümüzde. 

Terörle Mücadele Kanunu

Gibi... Bu anti-demokratik yasanın (TMK) mağdur ettiği yüzlerce insan var, hatta çocuk. KCK tutuklamaları da bu yasaya dayanıyor. Ama mağdur olanlar yalnız Kürtler değil, Ergenekon, Balyoz davaları içinde de mağdur olanlar olabilir. Bu yasa nedeniyle hapiste olan yargılanan Türk-Kürt gazeteciler, yazarlar var.

Kurşunlar vızıldarken, insanlar ölürken bu yasayı kaldırmayı hedeflemek realist olmayan, gerçekleşemeyecek bir şeyi istemek midir? Evet. Öyle gibidir. Ama aynı nedenle böyle bir talep radikal demokratik bir taleptir. Benim “barışı demokrasiye endekslemek” diye tarif etmeye çalıştığım da böyle bir şey işte.

Bu lafı etmekten hiç hoşlanmasam da burada söyleyeceğim; Ben BDP’nin yerinde olsam TMK’yı kaldırma talebini başka talepler arasına sıkıştırmak yerine en başa alır ve bunun için çağrı yapar, bunun için Meclis’e gelir bu tek hedef için “yığınsal” bir kampanya açardım. Bu kampanya Kürt sorununu “ileri demokrasiyle çözeceğiz” diyen AK Parti hükümeti için de kılıçtan keskin bir sınav olurdu.

Geçmişte Türk Ceza Kanunu’nun kara ünlü 141-142 ve 163. maddelerinin kaldırılması için açılan başarılı kampanyalar hatırlanmalı. Kolektif hafızada halkın kendi katılımıyla oluşmuş böyle bir ampirik bilgi de var. Zaten, TMK, bu maddelerin kaldırılmasıyla doğan boşluğu doldurmak için 12 Eylülcülerce getirilmiş değil miydi? Haydi, hep birlikte onu da kaldıralım...

Böyle bir mücadele gelecek güzel günleri, baharı beklemekten çok daha devrimcidir.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.