CAHİLLEŞEN AYDIN TİPİNE ÖRNEK OLARAK PINAR KÜR
Gülay Göktürk
11 Nisan 2014 Cuma 10:13
Uzun süre umudumuzu yitirmedik. Hani, bir travma yaşıyorlar, sersemlediler, toparlarlar, dedik. Bunca yıl ülkenin eliti olarak yaşadıktan sonra "ayakların baş olmasına" alışmaları kolay değildi elbette. Sabırla bu travmayı atlatacakları günleri bekledik.
Bir kısmı, başardı-başaracak...
Ama bir grup var ki, artık hiçbir şeyi anlama ihtimalleri kalmadı. Kör cahil hale geldiler. Önlerinden hızla akıp giden dünyaya şaşıp duran dedelerimiz ninelerimiz gibi "Başımıza taş yağacak" diye söylenip duruyorlar:
Cumhurbaşkanlığı köşkünde bir başörtülü oturuyor; başımıza taş yağacak!
Üniversitelerde mescit açıldı; başımıza taş yağacak!
Tesettür otelleri açıldı, başımıza taş yağacak!
Cemaatlere sivil toplum kuruluşu diyorlar; başımıza taş yağacak!
Artık üretemiyorlar
Bu ülke artık onların hiçbir şeyini anlamadıkları bir ülke. Onlar tarihin düz bir çizgi üzerinde ilerleyeceğini sanmışlardı. Tabii toplumdaki bütün bireyler o düz çizgi üzerinde aynı hızda ilerlemiyordu. Kendileri açık ara öndeydiler. Tayyörleri, hasır şapkalarının üstüne taktıkları eşarpları ya da siyah dik yakalı egzistansiyalist kazakları; çocukluklarından beri sakladıkları bale pabuçları; valsleri, sambaları, Tuna dalgaları; daha on-on beş yaşında hatmettikleri Yunan tragedyaları ile arkadan gelen geniş yığınların öncüsü, rehberi, aydınlatıcısı olan seçilmiş insanlar...
Haklarını yemeyelim; "öncülük ettikleri" yığınları kendileri göre seviyorlardı. Onların ellerinin kınalarını, yazmalarının kenarındaki oyalarını, hatta sümüklü çocuklarını, aciz bir yaratığa karşı duyulan merhametle seviyorlardı.
Ama acizler hadlerini bilmediler! İleriyi-geriyi, sağı-solu, aşağıyı-yukarıyı birbirine karıştırdılar. Seçkin öncülerin sekiz yaşından on sekiz yaşına kadar öğrendikleri -ve daha sonra da doğruluğundan asla şüphe etmedikleri- bütün değerleri altüst ettiler.
Şu anda hepsi de meniere sendromuna yakalanmış hastalar gibi, baş dönmesi içinde, ayaklarının altından kayıp giden zemine bakamayıp gözü kapalı yaşıyorlar.
Kendilerini içine sıkıştırdıkları düşünce kodları o kadar dar ki, bu daracık alanda ne doğru sanat eseri ne de bilimsel bir eser üretebiliyorlar. Şiirlerinde, romanlarında pırıltı yok. Makaleleri bayat. Komedyenleri güldürmüyor; feylesofları düşündürmüyor. Entelektüel olarak çöktüler; Şimdilerde ellerinden gelen tek şey, birkaçı bir araya gelince "Nerede o eski günler" nostaljisi yapmak; ara sıra da bir mikrofon bulurlarsa kendilerini tahtlarından indirenlere karşı içlerindeki kini kusmak...
Koyunun olmadığı yerde
Aslında belki de bu yeni bir fenomen değil. Belki de öteden beri gerçek anlamda aydın olamadılar da, biz koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi dedik, uzun yıllar onlarla idare ettik. Cahillikleri kibirleriyle at başı gitmeseydi, geçmiş yılların yüzü suyu hürmetine, hiç değilse saygıyı hak edebilirlerdi. Sınır tanımaz kibirleriyle, o şansı da kaybettiler. Ama hâlâ durumlarının farkında değiller. Mesela hâlâ, başörtülü bir "first lady" ile karşılaşmamak için Cumhuriyet resepsiyonuna gitmemelerinin önemli bir şey olduğunu, birilerinin bunu umursayacağını sanıyorlar.
Neyse ki fikir dünyası boşluk tanımıyor. Eski entelijansiya yavaş yavaş çöküp yok olurken, yeni bir entelijansiya doğuyor bu ülkede. Zeki, kalemi kuvvetli, dünyayı izleyen, ülkesinde yaşanan değişimi anlayan, toplumu doğru okuyan, sorgulayan, düşünürken tabu tanımayan zehir gibi bir kuşak geliyor.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.