24 Kasım 2024
  • İstanbul4°C
  • Diyarbakır10°C
  • Ankara3°C
  • İzmir8°C
  • Berlin3°C

ÇAĞDAŞLIK VE AVRUPA

Ahmet Altan-

24 Ekim 2010 Pazar 13:32

Biz gençken, hem özgürlükçü gözüküp hem de yasaklardan yana olanlarla dalga geçmek için “her şeyin bir şeyi var” derdik.

Çünkü o tür insanlar bir özgürlüğü destekler gibi görünürken bir yandan da “her özgürlüğün bir sınırı olması gerektiğini” vurgularlar ama “sınır” vurgusu “özgürlük” vurgusunun önüne geçerdi.

Özellikle bizim “çağdaşlık” tutkunlarında bu “sınırlama” isteği kuvvetli bir şekilde ortaya çıkar nedense.

Biliyorsunuz bizim ülkemizde “modern, çağdaş” bir yaşamdan yana olanlar, bu yaşam biçimini “Atatürkçülükle” özdeşleştirirler.

Atatürkçü olanların en dikkat çeken özellikleri nedir?

Çağdaş bir görüntü.

Başörtülü bir “first lady” mesela bizim “çağdaş görüntümüzü” lekeler onlara göre, “örtünmek” modernliğe ve çağdaşlığa aykırıdır onların gözünde.

Bu Atatürkçü görüntüyü sağlamak amacıyla demokrasiyi altüst etmeye razı olurlar.

Onlara “sen çağdaş mısın” diye sorsanız, “elbette” diye cevap verirler; çünkü onların dünyasındaki kadınlar başlarını örtmezler, örtülü olanlardan hoşlanmazlar.

Peki, çağdaşlık önemli bir ölçü müdür” diye sorsanız, onu da böyle bir soru mu olur gibi gözlerini şaşkınlıklarını iyice ortaya koyacak biçimde kocaman açarak “tabii ki” diye cevaplarlar.

“Çağdaşlığın insanların diline, dinine, yaşamına, temel hak ve özgürlüklerine saygı göstermek gibi temel bir talebi vardır, bunu da kabul ediyor musunuz”
diye sorduğunuzda...

“Her şeyin bir şeyi var”
ile karşılaşırsınız.

“Her şeyin bir şeyi”, elbette “çağdaşlığın da bir sınırı” vardır.

Kürtlerin dil özgürlüğünü kabul etmek bizi “böler”, dindarların inançlarına saygı göstermek “şeriatı” getirir.

Onun için çağdaşlığın “sınırı”, kadınların örtüsünde durur, bir milim öteye geçmez bizim modern Atatürkçülerin gözünde.

Elli yıl önce başı açık kadınlarla evlenen İran Şahı ne kadar modernse bizimkiler de o kadar moderndir.

Bu, “başı açık kadın modernliği” devletin de neredeyse temel anlayışıdır.

Böyle bir anlayış ordunun silahı, yargının kararıyla ayakta tutulur.

Kürtlerin, Sünni dindarların, Alevilerin, solcuların haklarını inkâr eden “modernlerin”, İran Şahı usulü iktidarını sarsabilmek, bu “sahte” çağdaşlığı “gerçek” bir çağdaşlıkla vuruşturmakla mümkündür ancak.

Atatürk’ün pek bayıldığı, Atatürkçülerin de dillerinden düşürmediği “Batı”nın, kadın saçlarının ötesine geçen “çağdaşlığını”, devlete ve o devlet anlayışının destekçisi olan azınlığa gösterebilmek ancak Avrupa Birliği’nin ölçülerini bu ülkeye sokmakla sağlanabilir.

Bugün Türkiye’nin ekonomik olarak Avrupa Birliği üyeliğine pek ihtiyacı yok.

Avrupa Birliği’nin birçok üyesi bugün ekonomik açıdan Türkiye’ye gıptayla bakıyor.

Ama iş “özgürlüğe, demokrasiye, hukuka” geldi mi gıpta etmek bize düşüyor.

Atatürkçü kadınlarımızın başı açık Allaha şükür ama başını açmanın bir adım ötesinde korkunç yasaklar başlıyor.

Kürtlere dillerini öğrenme hakkını, Sünni dindarlara başlarını örtme hakkını, Alevilere ibadethanelerine sahip çıkma hakkını vermiyoruz.

 “Modern ve çağdaş”
Atatürkçü azınlığın iktidarını sürdürebilmesi için “çağdaş değerleri reddetmesi” gerekiyor, onların daha fazla çağdaş olma şansı yok ama “ezilenlerin, haksızlığa uğrayanların” çağdaş bir demokrasiye ihtiyacı büyük.

Ama bir bakıyorsunuz, ezilenleri temsil ettiğini söyleyen iktidar partisi de Avrupa Birliği üyeliği konusunda ayak sürüyor.

AKP, kadınlar başlarını örtebilsinler istiyor ama onlar için de “her şeyin bir şeyi” olduğundan, özgürlük anlayışları Kürtlere ve Alevilere kadar ulaşmıyor.

Atatürkçülerin çağdaşlığı “başları açmakta”, AKP’lilerin demokratlığı “başları örtme özgürlüğünde” takılıveriyor.

Bu ikisinin birbiriyle çarpışıp takıldığı noktayı biz Avrupa Birliği ile aşabiliriz, bunun için de “çağdaş” Atatürkçülerle, “demokrat” AKP’lileri Avrupa’ya doğru itmek gerekiyor.

Bu ikisinden biri gerçekten “çağdaş ve demokrat” olsaydı biz bu ülkede Avrupa Birliği’nden söz etmek zorunda kalmazdık ama ikisi de menteşesi bozuk kapı gibi ancak bir noktaya kadar açılıp, o noktada takıldığından, kapıyı tümüyle açabilmek için bize bir yardım gerekiyor.

O yardım da, Avrupa Birliği’nin anayasası, hukuku, demokrasisi.

Bu ikisinin de Avrupa Birliği üyeliğinin önünü açmamak için kullandıkları bahaneler, Avrupalı ırkçıların Türkiye’yi reddetmek için kullandıkları “bahaneler” kadar inandırıcılıktan yoksun gözüküyor.

Avrupa’ya üye olmamızı çok istiyorum.

Bu “her şeyin bir şeyi var” anlayışından ve ikiyüzlülüğünden milyonlarca insan gibi ben de çok bıktım çünkü.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.