22 Kasım 2024
  • İstanbul8°C
  • Diyarbakır6°C
  • Ankara10°C
  • İzmir17°C
  • Berlin0°C

BÜYÜK VEFASIZLIK

Hilal Kaplan

05 Ağustos 2013 Pazartesi 08:38

Çözüm süreci başladığından bu yana dile getirilen taleplerin başında faili meçhullerin aydınlatılması geliyor. Ne yazık ki, haksız yere o kadar çok cana kıyılmış bir ülkeyiz ki, açılan davalar bütüne nispetle az kalıyor. Ancak nicelikten daha önemli olan, faili meçhuller hakkındaki her davanın, bundan sonra açılacak olanlar için emsal teşkil etmesidir. Dolayısıyla, her bir faili meçhul davası, nicelikten daha önemli nitelik bir önem arz ediyor.

Musa Anter, 1992 yılında, Diyarbekir'de bir sokak arasında kurşunlanarak öldürüldü. Bu cinayet, 'Fırat'ın doğusu'nda işlenen binlerce faili meçhul içerisinde sembolik yükü en ağır olanların başında geliyordu.

Bu menfur hadise sırasında Anter'in yanında bulunan ve saldırıdan ağır yaralarla kurtulan Orhan Miroğlu, geri kalan ömrü boyunca bu davanın takipçisi oldu. Âdeta bir dedektif gibi çalışarak bulduğu her parçayı birleştirmeye, kamuoyunda farkındalık yaratmaya gayret etti.

Nihayet geçtiğimiz yıl, gazeteci Abdurrahman Şimşek, bir numaralı şüpheli Hamit Yıldırım'ın izini buldu ve dosya zaman aşımının dolmasına üç ay kala raftan indirildi.

Geçtiğimiz hafta davanın ilk duruşması, Anter'in yere düştüğü şehirde, Diyarbekir'de yapıldı. Mahkeme salonunda cinayet sanığı Yıldırım'ın aşiretinden katılan altı yüz kişiye karşılık, Anter'i temsilen kim vardı dersiniz? Sanık yakınlarının olağanüstü ilgisi sebebiyle, salona ancak korumalar eşliğinde girebilen şikâyetçi Orhan Miroğlu, Anter'in oğlu Dicle Anter ve bir tanık gazeteci…

Anter, hayatını Kürt meselesinin göbeğinde yaşamış ve halka yön vermiş önemli bir aydındı. 'Fırat'ın suyu Marmara'ya akar' diyerek Kürtlerle Türklerin kader ortaklığını fevkalade ifade etmiş yazarlardan birisiydi.

Kürtçe şiir yazdığı için 49'lar davasında idamla yargılanmış, buna rağmen Kürtçe tiyatro eseri ve sözlük yazmış, Kürtçe dergiler çıkarmış ve yine yargılanmış, hapis yatmış, ömrünü Kürtçe'ye hizmete vakfetmiş, üstelik Kürtlerin Apê Musa (Musa Amca) olarak andıkları Anter'e, üstelik Diyarbekir'de gösterilen alaka bu mu olmalıydı?

90'larda JİTEM'in nasıl işlediğinin fotoğrafını çeken dava iddianamesi okunurken ve 20 yıl sonra Anter davası açılabilmişken, bu yalnız bırakılmışlık size de garip gelmiyor mu?

'Ergenekon davası, Fırat'ın doğusuna da geçmelidir' diyen BDP'nin bu tarihî davada en üst düzeyde temsil edilmesi, eş başkanlar Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak'ın orada olması, hiç değilse Can Dündar'a 'cansın' iltifatları yağdırmakla meşgul milletvekillerinden bir grubun veya Osman Baydemir ya da Abdullah Demirbaş'ın olması gerekmez miydi?

Oldukça örgütlü olduğu bilinen İnsan Hakları Derneği veya Mazlumder'in orada bulunmaması da anlaşılması güç bir eksiklikti.

Aynı şekilde gün aşırı Gezi mesajları geçen BDP Genel Merkez sosyal medya ağlarından da davaya destek çağrısı yapılmamış olması manidardı.

Hülasa, yapılan hakikaten büyük vefasızlıktı. Umalım, tekrar etmesin.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.