26 Aralık 2024
  • İstanbul12°C
  • Diyarbakır7°C
  • Ankara9°C
  • İzmir13°C
  • Berlin5°C

BÜŞRA

Gülay Göktürk

04 Kasım 2011 Cuma 09:46

Büşra Ersanlı için açılan imza kampanyasına imza atmamak için kendimi nasıl zor tuttuğumu anlatamam.

Onun gözaltına alındığını duyduğum anda kaleme kağıda sarılıp "Büşra'yı kırk yıldır tanırım, o terörist olamaz" diye bir yazı yazmamak için de çok zorlandım.

Bekledim...

Böyle durumlarda kişisel kefaletin saçma olduğunu bildiğim için bekledim. Ergenekon davasında kuvvet komutanları, gazeteciler ya da akademisyenler gözaltına alındığına "Koca koca generaller, ünlü yazarlar, anlı şanlı akademisyenler nasıl olur da adi suçlular gibi apar topar evlerinden götürülür" diye yazanların durumuna düşmemek için bekledim.

Önce gözaltından bırakılabilir diye bekledim. Ondan sonra da emniyette yöneltilen suçlamaların ve onun verdiği ifadenin belli olmasını bekledim.

Bugün artık yazabilirim. Çünkü artık önümde emniyette ve savcılıkta sorulan sorular ve Büşra'nın verdiği cevaplar var.

Büşra BDP'nin Siyaset Akademisi'nde ders vermiş. Suçlarından en büyüğü bu... Oysa bildiğim kadarıyla BDP hâlâ legal bir parti ve bu partinin de tıpkı AK Parti gibi bir Siyaset Okulu var. Tıpkı BDP gibi, AK Parti de birçok aydını Siyaset Okulu'nda ders vermeye davet ediyor. AK Parti'nin Siyaset Okulu'nda ders veren bütün bu aydınlar AK Partili olmadığı gibi, Harp Akademisi'nde ders verenleri darbecilikle suçlayamayacağımız gibi ya da Polis Akademisi'ne çağırılanlara "polisçi-asayişçi" diyemeyeceğimiz gibi Büşra'ya da PKK'lı ya da KCK'lı diyemeyiz, öyle değil mi?

Peki neler anlatmış Büşra BDP'nin Siyaset Akademisi'nde? KADER için hazırladığı "Türkiye Siyasi Kültür ve Siyasal Sistem" adlı kitabını anlatmış.

Bir başka suç delili, Roj TV tarafından programa konuk olarak davet edilmesi. Bunun nasıl olup da bir suç delili olabildiği belli değil.

Ayrıca evindeki notlarda "Kürdistan Cephesi, Türkiye Cephesi", "kendi kaderini tayin hakkı", "yerel yönetimler", "Türkiye vatandaşlığı" gibi ifadeler bulunmuş. Bir diğer suç delili de bu!

Ama bu deliller İçişleri Bakanı'nın Büşra'nın ayaklanma kışkırtıcılığı yaptığı hükmü vermesine yetmiş. Bakın ne diyor Bakan o tarihe geçecek açıklamasında:

"Sayın profesörümüzün anladığım kadarıyla bu yapıyla bir bağlantısı olduğu... Sanki dersimiz; siyaset konumuz da Türkiye Cumhuriyeti'nde halk nasıl ayaklandırılır, sebepsiz yere kandırılarak Türkiye Cumhuriyeti nasıl bölünür derslerinin hocalığını yapmak durumundaymış diye duyuyoruz."

Bakan böyle akla ziyan açıklamalar yaparken bazı gazeteciler de abuk sabuk polis raporlarına ve MİT dosyalarına dayanarak hazırladıkları haberlerle cadı avına girişmiş durumdalar. Eldeki kanıtların yetersiz olduğu anlaşılmış olacak ki, eski defterler karıştırılıp, hatta işin içine bir de "İngiliz parmağı" katılıp dört dörtlük bir "anarşist- bölücü-casus" portresi çıkarılmaya çalışılıyor.

X x x

Büşra'nın tutuklanması, bir aydına yapılan haksızlığı çok aşan bir anlam taşıyor. Çünkü bu, terörle mücadelenin özüne ilişkin bir hata. Ben kendi payıma, bu hataya karşı uyarılarımı Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın tutuklanması sırasında da yapmış ve şöyle demiştim:

"Legal platformda mücadele veren insanlarla illegal örgütlerin söyleminin, programlarının ve amaçlarının paralellik göstermesi o kadar sık rastlanan bir durumdur ki, eğer hukuk devletleri paralellik ortaya çıktığı noktalarda dava açmaya kalksaydı, muhalif örgüt ve kişilerin büyük çoğunluğunun yargılanıyor olması gerekirdi. İllegal bir terör örgütü ile muhalif bir aydın arasındaki fark, farklı düşünmeleri değil, fikirlerini hayata geçirmek için seçtikleri yolun farklı olmasıdır. (...) Örgüt üyeliği ancak açık talimat ilişkisi ortaya konulabilirse ispatlanmış olur. Eğer üyelik iddiası telkin, arzu, tavsiye gibi muğlak, keyfi, yoruma bağlı kavramlara bağlanacaksa, somut biçimde ispatlanması son derece zor bu kavramlara dayanarak gazeteci örgüt üyeliği ile suçlanacaksa, işimiz gerçekten zor demektir."

Peki neden bir türlü önlenemiyor bu hata?

Çünkü bu ülkede siyasetçisinden hukukçusuna, köşe yazarından sokaktaki vatandaşına kadar büyük çoğunluk hâlâ fikir ile eylemi birbirinden ayıramıyor ve her ikisini de aynı derecede suç görüyor. Hatta çoğu zaman, fikri eylemden daha büyük suç görüyor. Çünkü ifade özgürlüğü diye bir nosyon yok kafasında. Nitekim, Terörle Mücadele Kanunumuz da bu hakim düşünce tarzıyla uyumlu bir biçimde öylesine geniş bir terör tanımı yapıyor ki, ortada ifade özgürlüğü diye bir şey bırakmıyor.

X x x

Yazımı bütün bu olumsuz gelişmeler arasında hâlâ umutlu olmama yol açan bir haberle bitireyim. Başbakan Erdoğan'ın Terörle Mücadele Yasası'nın gözden geçirilmesi yönünde talimat verdiği, bu yönde çalışmaların başladığı bildiriliyor.

Eğer doğruysa, bu gelişme bugünlerde iyice kabaran "hükümet otoriterleşiyor" kuşkularını giderecek en iyi siyasi atak olur ve bizler de yakın geçmişte Nedim Şener ve Ahmet Şık, bugün de Ragıp Zarakolu ve Büşra Ersanlı konusunda yapılan hataların "münferit" hatalar olduğunu düşünebiliriz.

Büşra Ersanlı için açılan imza kampanyasına imza atmamak için kendimi nasıl zor tuttuğumu anlatamam.

Onun gözaltına alındığını duyduğum anda kaleme kağıda sarılıp "Büşra'yı kırk yıldır tanırım, o terörist olamaz" diye bir yazı yazmamak için de çok zorlandım.

Bekledim...

Böyle durumlarda kişisel kefaletin saçma olduğunu bildiğim için bekledim. Ergenekon davasında kuvvet komutanları, gazeteciler ya da akademisyenler gözaltına alındığına "Koca koca generaller, ünlü yazarlar, anlı şanlı akademisyenler nasıl olur da adi suçlular gibi apar topar evlerinden götürülür" diye yazanların durumuna düşmemek için bekledim.

Önce gözaltından bırakılabilir diye bekledim. Ondan sonra da emniyette yöneltilen suçlamaların ve onun verdiği ifadenin belli olmasını bekledim.

Bugün artık yazabilirim. Çünkü artık önümde emniyette ve savcılıkta sorulan sorular ve Büşra'nın verdiği cevaplar var.

Büşra BDP'nin Siyaset Akademisi'nde ders vermiş. Suçlarından en büyüğü bu... Oysa bildiğim kadarıyla BDP hâlâ legal bir parti ve bu partinin de tıpkı AK Parti gibi bir Siyaset Okulu var. Tıpkı BDP gibi, AK Parti de birçok aydını Siyaset Okulu'nda ders vermeye davet ediyor. AK Parti'nin Siyaset Okulu'nda ders veren bütün bu aydınlar AK Partili olmadığı gibi, Harp Akademisi'nde ders verenleri darbecilikle suçlayamayacağımız gibi ya da Polis Akademisi'ne çağırılanlara "polisçi-asayişçi" diyemeyeceğimiz gibi Büşra'ya da PKK'lı ya da KCK'lı diyemeyiz, öyle değil mi?

Peki neler anlatmış Büşra BDP'nin Siyaset Akademisi'nde? KADER için hazırladığı "Türkiye Siyasi Kültür ve Siyasal Sistem" adlı kitabını anlatmış.

Bir başka suç delili, Roj TV tarafından programa konuk olarak davet edilmesi. Bunun nasıl olup da bir suç delili olabildiği belli değil.

Ayrıca evindeki notlarda "Kürdistan Cephesi, Türkiye Cephesi", "kendi kaderini tayin hakkı", "yerel yönetimler", "Türkiye vatandaşlığı" gibi ifadeler bulunmuş. Bir diğer suç delili de bu!

Ama bu deliller İçişleri Bakanı'nın Büşra'nın ayaklanma kışkırtıcılığı yaptığı hükmü vermesine yetmiş. Bakın ne diyor Bakan o tarihe geçecek açıklamasında:

"Sayın profesörümüzün anladığım kadarıyla bu yapıyla bir bağlantısı olduğu... Sanki dersimiz; siyaset konumuz da Türkiye Cumhuriyeti'nde halk nasıl ayaklandırılır, sebepsiz yere kandırılarak Türkiye Cumhuriyeti nasıl bölünür derslerinin hocalığını yapmak durumundaymış diye duyuyoruz."

Bakan böyle akla ziyan açıklamalar yaparken bazı gazeteciler de abuk sabuk polis raporlarına ve MİT dosyalarına dayanarak hazırladıkları haberlerle cadı avına girişmiş durumdalar. Eldeki kanıtların yetersiz olduğu anlaşılmış olacak ki, eski defterler karıştırılıp, hatta işin içine bir de "İngiliz parmağı" katılıp dört dörtlük bir "anarşist- bölücü-casus" portresi çıkarılmaya çalışılıyor.

X x x

Büşra'nın tutuklanması, bir aydına yapılan haksızlığı çok aşan bir anlam taşıyor. Çünkü bu, terörle mücadelenin özüne ilişkin bir hata. Ben kendi payıma, bu hataya karşı uyarılarımı Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın tutuklanması sırasında da yapmış ve şöyle demiştim:

"Legal platformda mücadele veren insanlarla illegal örgütlerin söyleminin, programlarının ve amaçlarının paralellik göstermesi o kadar sık rastlanan bir durumdur ki, eğer hukuk devletleri paralellik ortaya çıktığı noktalarda dava açmaya kalksaydı, muhalif örgüt ve kişilerin büyük çoğunluğunun yargılanıyor olması gerekirdi. İllegal bir terör örgütü ile muhalif bir aydın arasındaki fark, farklı düşünmeleri değil, fikirlerini hayata geçirmek için seçtikleri yolun farklı olmasıdır. (...) Örgüt üyeliği ancak açık talimat ilişkisi ortaya konulabilirse ispatlanmış olur. Eğer üyelik iddiası telkin, arzu, tavsiye gibi muğlak, keyfi, yoruma bağlı kavramlara bağlanacaksa, somut biçimde ispatlanması son derece zor bu kavramlara dayanarak gazeteci örgüt üyeliği ile suçlanacaksa, işimiz gerçekten zor demektir."

Peki neden bir türlü önlenemiyor bu hata?

Çünkü bu ülkede siyasetçisinden hukukçusuna, köşe yazarından sokaktaki vatandaşına kadar büyük çoğunluk hâlâ fikir ile eylemi birbirinden ayıramıyor ve her ikisini de aynı derecede suç görüyor. Hatta çoğu zaman, fikri eylemden daha büyük suç görüyor. Çünkü ifade özgürlüğü diye bir nosyon yok kafasında. Nitekim, Terörle Mücadele Kanunumuz da bu hakim düşünce tarzıyla uyumlu bir biçimde öylesine geniş bir terör tanımı yapıyor ki, ortada ifade özgürlüğü diye bir şey bırakmıyor.

X x x

Yazımı bütün bu olumsuz gelişmeler arasında hâlâ umutlu olmama yol açan bir haberle bitireyim. Başbakan Erdoğan'ın Terörle Mücadele Yasası'nın gözden geçirilmesi yönünde talimat verdiği, bu yönde çalışmaların başladığı bildiriliyor.

Eğer doğruysa, bu gelişme bugünlerde iyice kabaran "hükümet otoriterleşiyor" kuşkularını giderecek en iyi siyasi atak olur ve bizler de yakın geçmişte Nedim Şener ve Ahmet Şık, bugün de Ragıp Zarakolu ve Büşra Ersanlı konusunda yapılan hataların "münferit" hatalar olduğunu düşünebiliriz.

Yorumlar
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.