BUNU ANLATIN
Ahmet Altan-
15 Kasım 2012 Perşembe 06:25
Askerî vesayeti gerilettik.
Kemalist baskıyı kırdık.
Ekonomimiz iyi.
Cari açık azalıyor, ihracat artıyor, kredi notumuz yükseliyor.
“Demokratik bir anayasaya” ve “Apo’yla da görüşmek dâhil her türlü barış aranmasına” referandumda yüzde 58 oranında destek vermiş bir toplumumuz var.
Avrupa Birliği’ne üye olmaya, Avrupa’nın kriterlerini uygulamaya, sistemi demokratikleştirmeye söz vererek yüzde 50 oy almış bir hükümet on yıldır iktidarda.
Bütün bu gelişmelerden sonra bizim dünyanın en huzurlu ve mutlu toplumlardan biri olmamız gerekmiyor mu?
Biz neden iğneli fıçılarda çalkalanıyoruz peki?
Neden bir günde 64 insanın canını kaybettiği bir iç savaşı sürdürüyoruz, neden binlerce insan açlık grevinde, neden “idam sehpaları” kurmaktan bahsediyoruz, neden Avrupa Birliği yolundan ayrılıyoruz, neden Suriye iç savaşına Rus resmî ajansının “Türkiye El Kaide ile işbirliği yapıyor” suçlamalarına muhatap olacak kadar boğazımıza kadar battık, neden AKP gazeteleri 28 Şubat andıçlarının aynısını gerçekleştiriyor, neden Uludere katliamının faillerini ortaya çıkarmıyoruz, neden Başbakan köşe yazarlarını işten attırmak için açıkça uğraşıyor?
Bana bunların cevabını, içinde “Çankaya ve başkanlık” sözcüklerinin geçmediği bir cümleyle verebilir misiniz?
Başbakan Erdoğan’ın “başkanlık hayalleri” olmasaydı biz bunları yaşayacak mıydık?
“Yaşayacaktık” derseniz, neden yaşayacaktık?
Neden Avrupa Birliği kriterlerini terk etmek zorunda kalacaktık?
Bugün “iç savaşın” ve açlık grevlerinin en önemli nedeni olarak gözüken “anadilde eğitimi”, geçenlerde Eser Karakaş’ın çok açık biçimde anlattığı gibi, taraf olduğumuz bir uluslararası anlaşmadaki çekincemizi kaldırarak çözmek mümkünken, barış yolundaki engeli kaldırmak böylesine kolayken neden bunu yapmıyoruz?
Başbakan, “Apo’yla görüşüyoruz” dediğinde yüzde 58 oranında “evet” oyuyla “görüş” diyen bu toplum bir yılda aklını mı yitirdi, her türlü barışa karşı mı çıkıyor?
“Toplumun barış istemediğini, çözüme karşı olduğunu” söyleyenler bu inançlarını neye dayandırıyor?
Ortada “toplumun barıştan yana olduğunu” gösteren çok somut bir referandum sonucu var.
“Toplum barış istemiyor” diyenlerin elinde ne var?
Başbakan Erdoğan’ın siyasetini gazetecilere “yapılacak iyi işleri saklamak için kötü işler yapıyor” diye açıklayan AKP yöneticileri, bu halkın çocuk kandırır gibi kandırılacak bir ahmak olduğuna ve sadece “kötü işler” yapılmasını istediğine hangi araştırmalara, hangi kanıtlara dayanarak karar verdiler?
AKP, Avrupa Birliği yolunda yürürken seçmeninden bir itiraz mı geldi?
Bu parti, oylarını AB yolunda yürürken sürekli arttırmadı mı?
İktidar, AB uyum yasalarını çıkartırken bu ülke çok daha huzurlu değil miydi?
Askerî vesayetin ağır baskısı altında bile Avrupa Birliği için büyük adımlar atılırken, askerî vesayet kalktıktan sonra AB yolunda yürümemize kim engel oluyor?
Toplum aniden baskıcı bir Ortadoğu cumhuriyeti olmamız gerektiğine mi inandı?
Demokrasi yolundaki tarihî bir dönüşümün itici gücü olan AKP seçmeni, birdenbire “faşizm gelsin” tezahüratlarına mı başladı?
Peki, aynı tabanın içinden gelen, AKP’nin kurucusu olan Cumhurbaşkanı Gül neden “AB yolunda kalmalıyız” diye açıklamalar yaparak hükümeti uyarıyor?
Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan arasındaki AB konusunda ortaya çıkan fikir ayrılığı Gül’ün bu topluma yabancı olmasından mı geliyor?
Niye Cumhurbaşkanı sürekli olarak “özgürlük” uyarısı yapıyor?
Politikaya daha dün başladığı, AKP tabanını hiç tanımadığı için mi?
28 Şubat andıçlarının aynen tekrarlandığı ve bizzat Başbakan’ın andıççıları açıkça desteklediği bir dönemde, Cumhurbaşkanı Gül “28 Şubat andıççılığının” çok faydalı bir iş olduğu görüşünü neden benimsemiyor?
“İyi işler yapmak için kötü işler yapmak gerektiğini” kavrayamadığı için mi?
Yoksa AKP’nin 28 Şubat’ının Türkiye’yi bir felakete götüreceğini ve ileride bu 28 Şubat’ın sorumlularının da aynen askerî 28 Şubatçılar gibi yargılanacağını gördüğünden mi?
Kendimizi kandırmanın, gerçekleri görmemek için böylesine uğraşmanın bir faydası yok.
Hiç yaşamamız mümkün olan bir kaosu sadece “başkanlık ve Çankaya” için yaşıyoruz.
Bunları yaşamamak mümkündü, hâlâ da mümkün.
Ama işler gittikçe zorlaşıyor, ben yazıyı yazarken, daha kısa bir süre önce “Erdoğan’ın Kürt sorununu çözeceğinden ümitle söz eden” Leyla Zana da Meclis’te açlık grevine başladı.
Eğer bu “savaş, idam, baskı, andıç” aşkı böyle hastalıklı bir biçimde sürerse, geri dönüşü olmayan bir yola girecek Türkiye.
O yoldan dönülsün diye elimizden geldiğince bağırıyoruz.
Erdoğan’ın her yaptığı anlamsız çıkışa bir bahane bulmaya çalışanları uyarmaya çabalıyoruz, böyle giderse çok geç olacak.
Biliyorsunuz değil mi, o koca atı kalenin önünde gören Truvalıları “o atı içeri almayın” diye uyaranlar olmuştu.
Dinlemediler.
İsterseniz bir daha düşünün şu yaşadıklarımızı.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.