BUNLARLA BİR ŞEY OLMAZ
Ayşe Böhürler
29 Aralık 2012 Cumartesi 08:32
Nazlı Ilıcak'ın evinde yapılan, BDP Eş Başkanı Gülten Kışanak, Filiz Koçali ve Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir ile gazetecilerin buluştuğu yemek üzerine çıkan yazıları okurken Baydemir ve Kışanak'ın ifadeleri dikkatimi çekti. Kürt gençlerin arasında duygusal kopuşun yaşandığına vurgu yapan Baydemir "Bunlardan bir şey olmaz. Bunlarla yaşamamız giderek imkânsızlaşıyor diyenlerin sayıları giderek arttı" derken Gülten Kışanak'ta "Neden hala bunlarla çözüm olacağına inanıyorsunuz. Bırakın, buradan bir çözüm çıkmaz diyenlerin sayısı arttı" diyor. İki BDP'li siyasetçi de kendi gençlerinde bu kanaatin oluşmasının sebepleri arasında sosyal medya mesajlarını göstermişler.
Burada 'bunlar'dan kasıt herhalde Türkler. Duygusal kopuşa gerekçe olarak yapılan tespit sosyal medyada hepimizin dikkatini çeken bir durum. Bire bir iletişimin olmadığı her ortamda olduğu gibi burada da şovenizm, taraftarlık, ayırımcılık duyguları kontrolsüz ve sert ifadelerle yer buluyor. İnsanlar birbirlerinin yüzüne söyleyemediklerini orada rahatça söylüyorlar. Bu durum sağduyulu ve aklıselim davranan her tarafı rahatsız ediyor. Ancak bu tablonun bir de Kürt tarafı var. Öfkelerini, acılarını hakaret diline dönüştürmeden ifade etmeyi beceremeyen şovenist Türkler ile milliyetçi Kürtlerin sosyal medya mesajları arasında hiç bir fark yok. Ayrımcı, Türkçü, kışkırtıcı mesajlar kadar ayrımcı, Kürtçü ve kışkırtıcı mesajlarla dolu sosyal medya, Türkler arasında da duygusal kopuşa sebep oluyor. Bu mesajlar da birçok Türk'e "Bunlarla bir şey olmaz, niye uğraşıyoruz" dedirtiyor.
Bu duyguya teslim olmadan çözüm aramaya devam etmek iki taraf içinde zor görünüyor. Galiba siyaset üretirken en zor olan, iki tarafı aynı anda akıl ile görmek. Gözümüze geçmişin ağır perdelerini germeden.
Görünen o ki sadece karşı tarafa bakan kendini görmeyen bir Kürt siyaseti de çözümü engelleyen sebepler arasında yerli yerinde hala duruyor.
"Biz konuşulacak son kuşağız" diyen rahmetli Şerafettin Elçi haklı çıkmaz inşallah.…
Yıllar önce bir yabancı büyükelçilik resepsiyonunda Şerafettin Elçi ile karşılaştık. Sohbet ettik, yalnız kaldığım bir anda yanıma tanımadığım birisi yaklaşıp Şerafettin Elçi ile konuşmamın çok da doğru olmadığını, sürekli izlendiğini falan söyledi. Bu benim tutumumu etkilemese de bana devletin kötü hafızasının hiç silinmediğini, Şerafettin Elçi olarak yaşamanın yıllara rağmen ne kadar zor bir şey olduğunu düşündürtmüştür.
Bakanlık yaparken "ben Kürdüm" dediği için ömür boyu "tehlikeli bir adam" etiketi ile yaşadı.
Elçi'nin cenazesindeki resme bakarken "resmi tehlike" algısının zamana göre ne kadar izafi ve insafsızca olduğunu bir kez daha düşünmeden edemedim.
Peygamberimizin soyundan gelenler için kullanılan "Seyyid" sıfatı da olan Seyyid Şerafettin Elçi ne Türklüğün ne de Kürtlüğün hiç bir değer ifade etmediği bir dünyaya rahmet dilekleriyle uğurlandı. Allah rahmet etsin.
BAŞÖRTÜLÜ YARIŞMACI / MUHAFAZAKRLIĞIN MODERNİTESİ?
Dün bir an gözüm televizyona takıldı. Bir yarışma programı finalinde kırmızı tuvaletli başörtülü bir genç jüriden övgüler alıyordu. Jüri üyeleri arasında onu seksi bulanlar bile oldu. Sivas'tan katılan bu yarışmacı 3. olmuş. Yarışmanın birincisi ise şapkalı kıyafeti ile bir Cumhuriyet kadını... Bu tanım bana değil jüri üyelerine ait. Araştırınca gördüm ki aynı programın 2011 yılı ikincisi de başka bir başörtülüymüş. "Ah ne güzel başörtülüler böyle yarışmalarda başarılı oluyorlar" diye sevindirik olanların sayısı umarım çok değildir derken içimi bir bezginlik sardı. Yükselen muhafazakâr değerlerin tesiri ile böyle bir yarışmaya katılmak isteyen ve kabul gören başörtülülerin sayılarındaki artışı bir başarı olarak göremeyeceğim. Bu durumun Cumhuriyet'in ilk yıllarında ki gardırop modernleşmesi dayatmasından hiç bir farkı yok. Son derece lümpen bir durum bu. Kısaca bu tablonun adı muhafazakârlığın lümpenleşmesi…
Jüri üyelerinin yorumları da başka bir ikiyüzlü durumu gösteriyor. Mesela; iki yıl öncesine kadar kamuda (çalışma hayatında)başörtüsüne karşı tavrı ile bilinen Güneri Civaoğlu'nun sözleri: "Cumhuriyet öncesi kadın dışarıda değildi. Cumhuriyetle birlikte dışarıya indi. Çalışma hayatına, sosyal hayata girdi. Biz buna modernizasyon diyoruz. Ve ben örtünmüş, örtünmemiş kadınların dışarıda olması, sosyal hayata girmesi, bu tip gösterilerde yer almasına çok taraftarım. Buna muhafazakarlığın modernitesi diyoruz. Bu bakımdan çok cesur şeklide bu yarışmaya girmesi nedeniyle kendisini tebrik ediyorum." Valla ben de Civaoğlu'nu tebrik ediyorum. Tüm bu yorumlar üzerine saçmalıklar kitabı yazılabilir. Bu cümlelerde anlamlı bir mana aramıyorum elbette. Ancak bu yaklaşımı "siyasi simge" tanımı kadar manipüle edici buluyorum.
Kamusal alanda var oluş sorunu çözülemeyen başörtüsü bu tarz arzı-ı endam ile çözüldü mü dersiniz?
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.