BU ÜLKEDE GÜÇLÜ OLAN SUÇ İŞLİYOR!
Ahmet İnsel
31 Temmuz 2014 Perşembe 08:03
Ergenekon diye bir örgütün somut varlığı ispat edilemedi. Ama polis istihbarat örgütü ve savcılık bu isim altında, devlet içinde ve çeperinde yerleşik, hükümetten bağımsız hedef ve amaçları olan, güçlü bir ilişki ağının varlığına işaret ettiler. Bunu yaparken, endazenin topunu kaçırıp, hükümetin de bazen açık bazen zımni onayını alarak, somut suçlar ve bu suçları işlemiş suçluların yanında, çok daha başka hedefler güden siyasal temizlik operasyonları yürüttüler.
Hukuk çerçevesinde kalarak yapılması şart ve mümkün olan bu gerekli temizlik ve yakın geçmişle yüzleşme, hızla siyasal yargı sınırlarını da aşarak, bir iktidar gücü terörüne dönüştürüldü. Sabah baskınları, münasip basına soruşturma dosyasından sızdırılan bilgiler, elleri kelepçeli şüpheli fotoğrafının başlı başına bir silah olarak kullanılması, icat edilen suç türleri, düşman ceza hukuku uygulamaları ve bir kısmı yoktan var edilen suç delilleri.
Bir müddet sonra çok ağır suç işlemiş olan kişilerin bu suçları, içine herşeyin tıkıştırıldığı torba iddianame pratiğinin yarattığı hukuksuzlukların ve karmaşanın gölgesinde kaldı. Erdoğan buna rağmen, Ergenekon davasının savcısı olduğunu bağıra bağıra ilan etmekten geri kalmıyordu. Balyoz, Odatv davalarını bahsetmeye bile gerek yok. Balyoz davası bir idari soruşturma konusu olabilecek ve iktidarın resen sorumluları emekli etmeleriyle sonuçlanabilecek bir suçtu. Bundan TSK’daki üst düzey subayların akıllarından ve gönüllerinden bir yeni 28 Şubat gerçekleştirmek arzusu, hatta sabit fikrinin olmadığı sonucu çıkmaz. Ama insanların akıllarından ve gönüllerinden geçen, eyleme dönüşmedikçe bir suç teşkil etmez.
İlker Başbuğ’un Trabzon açıklarında savaş gemisinden yaptığı konuşma elbette bir suçtu ama darbe suçu değildi. Bağlı olduğu amirin, yani Başbakan’ın anında onu görevden azletmek için işlem başlatması gerek bir suçtu bu. Bu suç ve benzerlerini işlemiş olanlardan, bilahare, torba iddianamelerle öç almaya kalkıştı iktidar ve onun müttefikleri.
Bugün paralel yapı adı altında, Ergenekon gibi, adı var kendisi somut olarak olmayan bir suç örgütü yaratılıyor. Adını açıkça koyalım, çünkü bu gazetede yedi yıldan beri, Birikim dergisinde nerdeyse yirmi yıldan beri işaret etmeye çalıştığımız bir yapılanma bu. Gülen Cemaati’nin güç olma stratejisi çerçevesinde ve uzun erimli bir stratejinin parçası olarak yürüttüğü polis, yargı ve ordu içinde kadrolaşma stratejisinin somut sonuçlarından biri, bugün “paralel yapı” gibi muğlak ifadelerle tanımlanan ilişki ağı. Bu da bir ilişki ağı. Belki Ergenekon’dan daha açık hiyerarşik yapısı olan ama iktidar partisinin ve hükümetin çok yakından bildiği, çok yakın tarihe kadar beraber iş yaptığı bir ilişki ağı bu. Bu ilişki ağı içinde suç delili üretmekten başlayıp yasadışı dinlemelere varana kadar bir dizi ağır ceza suçu işlemiş olanlar var.
Gelgelelim bugün onlar hakkında esas olarak başbakan ve hükümetin bazı üyeleri hakkında yolsuzluk soruşturmaları yapmış oldukları için adli takibat yürütülüyor. Bu yeni “mağdurların” arasında, gözaltına alınırken kelepçeli ellerini göterip, hükümeti “İsrail ajanı” olmakla suçlayan, son derece derin analiz kapasitesine sahip Yılmazer gibi polisler var. İstanbul pols istihbaratını başındayken neyi, nasıl değerlendirdiğini yeterince ele veriyor bu iddiası.
Gülen cemaati basınını izleyince, “paralel yapı” suçlaması yöneltilen polislerin gerçekten Gülen cemaati ile organik bir ilişki içinde oldukları kanaati güçleniyor. Ahmet Şık ve Nedim Şener tutuklandıklarında, bu tutuklamaların yöntem ve içeriğini hukuka uygun bulmak için binbir takla atanlar, “durun bekleyelim, herhalde savcıların dosyada bir bildikleri vardır” türünden akil adam rolü oynayanlar, şimdi zanlılara bayram namazı kılma izni verilmemesini ağır işkence örneği olarak gösteriyorlar.
Ne Erdoğan bugün “inine gireceğiz” diye hedef gösterdiği oluşumla yakın tarihe kadar sürdürdüğü ittifak ve birlikte yaptıkları hukuksuzluklar konusunda bir özeleştiri yapıyor. “Aldatıldık” dışında bir şey demiyor. Aldatılmak için birlikte bir iş yapmak gerekir! Erdoğan o işin ne olduğunu söylemiyor. Ne de cemaat geçmişte yaptıkları ittifakın neleri kapsadığını, birlikte ne haltlar karıştırdıkları konusunu açıyor.
AKP çevresinden ise Gülen cemaatine yöneltilen en dikkat çekici suçlama, “madem cüz kaçırmayı dert edecek kadar dindardınız; Türkiye’nin başına gelmiş ilk dindar başbakandan ‘dönemin başbakanı’ diyebilecek kadar nasıl nefret edebildiniz?” sorusu (Özlem Albayrak Yeni Şafak). Sanırım bu soru fanatik AKP yandaşı cephenin ruh halini özetliyor. Diğerlerini geçelim, eski başbakanlar Özal ve Erbakan’ı da bir kalemde silecek kadar fütursuz ve şirret bu güruh, bir devlet ve hükümet yönetimi değil, kabile dayanışması ruh hali içinde. İnsan hepsinin önüne tek tek Balyoz, Odatv, Askeri Casusluk, Şener, Şık ve Avcı tutuklamalarından yazdıklarını, mutlu haykırışlarını koyabilmeyi arzuluyor. Aynı şey, elbette Gülen cemaati basını için de geçerli.
Bugün Ergenekon davası da Gülen cemaati çevresindeki polis ve belki ileride hakim ve savcı soruşturmaları da öz itibarıyla aynı davalardır. Gerçekten suçlu olanların gerçek suçlarının soruşturulup, bunların yargılanması ve cezalandırılmasını amaçlayan soruşturmalar değiller. Ortada bol miktarda apaçık suç ve suçlu olmasına rağmen, asıl amacın öç almak olduğu soruşturma, tutuklama ve yargılamalar bunlar. Tam bu nedenle bu dava ve soruşturmaların hiçbiri, demokratik hukuk devleti olmanın yol temizliğine dönüşemiyor, tam tersine kabile devletinin pekiştirilmesine yarıyorlar.
Birkaç yıl sonra “paralel yapı” davaları mağdurları da, bugün Ergenekon, Balyoz davaları zanlı ve hükümlülerinin mağdura dönüşmesine benzeyen bir evreden geçecekler. Büyük ihtimalle sıra, “paralel yapı”ya yönelik yargı operasyonunu yerine getirenlere ve Erdoğan’ın yakın çevresine gelecek.
Ergenekon davalarının gerçek suçluları, Gülen cemaatinin gerçek suçluları, Erdoğan kabilesinin gerçek suçluları, hepsi güçlünün hukukuna dayalı düzenin oyuncuları oldular, olmaya devam ediyorlar. Farklı biçim ve alanlarda işlenmiş olsa da, hepsinin suçu aslında aynı. Bu suçun esas yargılanması mahkemede değil, yurttaş topluluğu önünde yapılır ve o yapıldığı zaman demokratik devrim gerçekleşmiş olur.
- Geri
- Ana Sayfa
- Normal Görünüm
- © 2009 İlke Haber
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.